25 Temmuz 2009 Cumartesi

Yeni ÖSS’de hangi puan türü ile nereye girilecek?

ÖSYM, 2010 yılından itibaren uygulamaya konulacak yeni üniversiteye giriş sisteminde, adayların yerleşeceği önlisans ve lisans programlarının taslak puan türlerini yayımladı.
ÖSYM'nin internet sitesinde yayımlanan 401 yükseköğretim lisans programı, 224 önlisans programı ile puan türlerinin bulunduğu listenin geçici olduğu, 2010-ÖSYS Kılavuzunda kesinleşeceği belirtildi.

Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) olmak üzere iki aşamalı sınavdan oluşan yeni üniversiteye giriş sisteminde, YGS'de 6 puan türü, LYS'de ise MF, TM, TS ve Dil puan türü grupları bulunacak.

LİSANS PROGRAMLARINA GÖRE PUAN TÜRLERİ

Lisans programlarına adaylar YGS veya LYS'deki puan türlerinden en yüksek olan puana göre yerleştirilecek.

Bazı lisans programlarına göre taslak puan türleri şöyle:

''İngiliz Dili ve Edebiyatı,İngilizce Öğretmenliği (DİL-1), Arap Dili ve Edebiyatı, İspanyol Dili ve Edebiyatı (DİL-2), Coğrafya, Basın Yayın, Halkla İlişkiler, Gazetecilik (TS-1), İlahiyat (en yüksek olan puan TS-1 veya YGS-4), Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği (en yüksek olan puan TS-1 veya YGS-4), Tarih, Hititoloji, Sanat Tarihi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği (TS-2), İç Mimarlık, Endüstri Ürünleri Tasarımı, İstatistik (MF-1), Biyoloji, Fizik Öğretmenliği, Kimya (MF-2), Tıp, Hemşirelik (Fakülte), Veteriner, Eczacılık, Diş Hekimliği (MF-3), Hemşirelik (Yüksekokul) (en yüksek olan puan MF-3 veya YGS-2), Bilgisayar Mühendisliği, Elektrik Mühendisliği, İnşaat Mühendisliği, Mimarlık (MF-4), Bilgisayar Öğretmenliği (en yüksek olan puan MF-4 veya YGS-1), Maliye, İktisat, İşletme, İşletme-Ekonomi (TM-1), İktisat (Açıköğretim) (en yüksek olan puanlardan biri YGS-1,2,3,4,5 veya 6), Turizm ve Otelcilik (Fakülte), Hukuk, Sınıf Öğretmenliği, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Uluslararası İlişkiler (TM-2), Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Çocuk Gelişimi (TM-3).''

ÖNLİSANS PROGRAMLARINA GÖRE PUAN TÜRLERİ

Önlisans programlarına ise YGS'nin 6 puan türünden biriyle öğrenci alınacak.

Bazı önlisans programlarına göre taslak puan türleri şunlar:

''Elektrik, Bilgisayar Programcılığı, İnşaat Teknolojisi (YGS-1), Ağız ve Diş Sağlığı, Döküm, Fizyoterapi (YGS-2), Adalet, Geleneksel El Sanatları, Halkla İlişkiler ve Tanıtım (YGS-3), Adalet (Açıköğretim)(YGS-1,2,3,4,5 veya 6 puan türlerinden en yüksek olanı), Çocuk Gelişimi, Büro Yönetimi ve Sekreterlik, Aşçılık (YGS-4), Grafik Tasarımı, Moda Tasarımı, Turizm ve Seyahat Hizmetleri (YGS-5), Dış Ticaret, İşletme Yönetimi, Su Ürünleri, Bankacılık ve Sigortacılık (YGS-6).''

YGS PUAN TÜRLERİ

YGS'de puan türlerinin her birinde testlerin yüzde olarak ağırlıkları farklı olacak.

Buna göre, YGS-1'de Türkçe'nin ağırlığı yüzde 20, Temel Matematik'in ağırlığı yüzde 40, Sosyal'in ağırlığı yüzde 10, Fen'in ağırlığı yüzde 30; YGS-2'de Türkçe'nin ağırlığı yüzde 20, Temel Matematik'in ağırlığı yüzde 30, Sosyal'in ağırlığı yüzde 10, Fen'in ağırlığı yüzde 40; YGS-3'de Türkçe'nin ağırlığı yüzde 40, Temel Matematik'in ağırlığı yüzde 20, Sosyal'in ağırlığı yüzde 30, Fen'in ağırlığı yüzde 10; YGS-4'te Türkçe'nin ağırlığı yüzde 30, Temel Matematik'in ağırlığı yüzde 20, Sosyal'in ağırlığı yüzde 40, Fen'in ağırlığı yüzde 10, YGS-5'de Türkçe'nin ağırlığı yüzde 37, Temel Matematik'in ağırlığı yüzde 33, Sosyal'in ağırlığı yüzde 20, Fen'in ağırlığı yüzde 10, YGS-6'da Türkçe'nin ağırlığı yüzde 33, Temel Matematik'in ağırlığı yüzde 37, Sosyal'in ağırlığı yüzde 10, Fen'in ağırlığı yüzde 20 olarak belirlendi.

LYS PUAN TÜRLERİ

LYS puan türlerinin testlere göre ağırlık dağılımları şöyle:

''-MF grubundaki puan türlerine göre, MF-1'de Türkçe yüzde 11, Temel Matematik yüzde 16, Sosyal yüzde 5, Fen yüzde 8, Matematik yüzde 26, Geometri yüzde 13, Fizik yüzde 10, Kimya yüzde 6 ve Biyoloji yüzde 5; MF-2'de Türkçe yüzde 11, Temel Matematik yüzde 11, Sosyal yüzde 5, Fen yüzde 13, Matematik yüzde 16, Geometri yüzde 7, Fizik yüzde 13, Kimya yüzde 12, Biyoloji yüzde 12; MF-3'te Türkçe yüzde 11, Temel Matematik yüzde 11, Sosyal yüzde 7, Fen yüzde 11, Matematik yüzde 13, Geometri yüzde 5, Fizik yüzde 13, Kimya yüzde 14 ve Biyoloji yüzde 15; MF-4'de Türkçe yüzde 11, Temel Matematik yüzde 14, Sosyal yüzde 6, Fen yüzde 9, Matematik yüzde 22, Geometri yüzde 11, Fizik yüzde 13, Kimya yüzde 9 ve Biyoloji yüzde 5.

-TM grubundaki puan türlerine göre, TM-1'de Türkçe yüzde 14, Temel Matematik yüzde 16, Sosyal yüzde 5, Fen yüzde 5, Matematik yüzde 25, Geometri yüzde 10, Türk Dili ve Edebiyatı yüzde 18 ve Coğrafya-1 yüzde 7; TM-2'de Türkçe yüzde 14, Temel Matematik yüzde 14, Sosyal yüzde 7, Fen yüzde 5, Matematik yüzde 22, Geometri yüzde 8, Türk Dili ve Edebiyatı yüzde 22 ve Coğrafya-1 yüzde 8; TM-3'te Türkçe yüzde 15, Temel Matematik yüzde 10, Sosyal yüzde 10, Fen yüzde 5, Matematik yüzde 18, Geometri yüzde 7, Türk Dili ve Edebiyatı yüzde 25 ve Coğrafya-1 yüzde 10.

-TS grubundaki puan türlerine göre, TS-1'de Türkçe yüzde 13, Temel Matematik yüzde 10, Sosyal yüzde 12, Fen yüzde 5, Türk Dili ve Edebiyatı yüzde 15, Coğrafya-1 yüzde 8, Tarih yüzde 15, Coğrafya-2 yüzde 7 ve Felsefe Grubu yüzde 15; TS-2'de Türkçe yüzde 18, Temel Matematik yüzde 6, Sosyal yüzde 11, Fen yüzde 5, Türk Dili ve Edebiyatı yüzde 25, Coğrafya-1 yüzde 5, Tarih yüzde 15, Coğrafya-2 yüzde 5 ve Felsefe Grubu yüzde 10.

-Yabancı dil grubundaki puan türlerine göre, DİL-1'de Türkçe yüzde 15, Temel Matematik yüzde 6, Sosyal yüzde 9, Fen yüzde 5 ve Yabancı Dil yüzde 65; DİL-2'de Türkçe yüzde 25, Temel Matematik yüzde 7, Sosyal yüzde 13, Fen yüzde 5 ve Yabancı Dil yüzde 50.

Devamını Oku

İTÜ’lü araştırmacılara ABD’den ödül!

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) mensubu ve mezunu olan 6 araştırmacının geliştirdiği ''süper sert ve kaygan kaplama (SSKK)'' isimli çalışma, ABD'nin teknoloji alanında verdiği ''2009 R&D 100 Ödülleri'' kapsamında ''ince film'' dalında ödüle layık görüldü.
İTÜ'den yapılan açıklamaya göre, SSKK isimli çalışma, İTÜ Kimya Metalurji Fakültesi, Metalurji ve Malzeme Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mustafa Ürgen, Prof. Dr. Ali Fuat Çakır, Doç. Dr. Kürşat Kazmanlı, Yrd. Doç. Dr. Özgül Keleş ve halen Argonne Milli Laboratuvarı'nda çalışmalarını sürdüren Dr. Ali Erdemir ve Dr. Osman Levent Eryılmaz tarafından geliştirildi.
Argonne Milli Laboratuvarı adına 2007'de alınan ABD patentine dayanan kaplamanın lisansını Galleon International Co., Brighton, Michigan (ABD) ve Hauzer Technocoating (Hollanda) alarak, uygulama çalışmalarına başladı.
SSKK, motorlar dahil her tür hareket eden mekanik sistemin performansını önemli boyutta iyileştirebilen ''kristal-kimyası'' yaklaşımına uygun bir modele dayanıyor. Laboratuvar deneylerinde SSKK ile kaplanmış çelik yüzeyinde sürtünme, kaplanmamış çeliğe göre yüzde 80 azaldı. Ağır sınır yağlama koşullarında çalışan kaymalı sistemlerde SSKK, aşınmayı hemen hemen tamamen ortadan kaldırdı.
Ağır çalışma koşullarında yüksek performanslı, önemli boyutta yakıt tasarrufu sağlayacak ve çevre kirlenmesini azaltacak potansiyele sahip yeni nesil, öncü bir ''tasarlanmış'' kaplama türü olan SSKK, hem enerji tüketimini hem de çevre kirlenmesini büyük oranda azaltıyor.
Çalışma, ABD'nin teknoloji alanında verdiği ''2009 R&D 100 Ödülleri'' kapsamında ''ince film'' dalında ödüle layık görüldü.
Devamını Oku

Yeni ÖSS mahkemelik olur!--Abbas Güçlü

Üniversiteye giriş sisteminde yapılan köklü değişiklikler pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bazı konularda neyin nasıl olacağını, bırakın YÖK üyelerini ÖSYM Başkanı da bilmiyor.

1998’de gerçekleştirilen katsayı dayatmasının bir örneği de şimdi yaşanıyor. YÖK’ün, aldığı yeni kararları, liseye yeni girecek olan öğrencilere uygulaması gerekirken, mezun ve halen liselerde öğrenim gören öğrencilere de mecbur kılması, yeni sistemi daha şimdiden mahkemelik hale getirdi.

İşte tartışmalı konular:

- Sınavsız geçişin kaldırılması için gereken yasal düzenleme hâlâ ortalıkta yok. Daha önce bu konuda yasal bir düzenleme yapılması için yıllarca mücadele eden MEB, şimdi bu yasanın iptali için yeni bir yasa teklifi hazırlayacak mı?

- Meslek lisesi öğrencilerinin, sınavsız geçiş gibi kazanılmış hakları ne olacak?

- Halen uygulanmakta olan sisteme göre, liselerde alan belirleyen öğrencilerin bu birikimleri, yeni sınav sisteminde bir işe yaramayacak. Yeni sistemin yarattığı açıklarını nasıl tamamlayacaklar?

- Okul içi eğitim öldürüldü. Sınavda soru sorulmayan derslerde öğretmenin otorite kurması olanaksız hale geldi. Neden okutulan tüm derslerden soru sorulmuyor?

- Katsayılar kaldırıldı diye ortalık ayağa kalktı. Ama ÖSYM Başkanı diyor ki, ortaöğretim başarı puanının ÖSS’ye etkisi yüzde 16’dan yüzde 13’e indi. Eğer durum böyle ise bu gürültü niye?

- Meslek lisesi mezunlarının en büyük isteği, alanlarıyla ilgili fakültelere girişte avantajlı hale gelmekti, örneğin iletişimi bitiren iletişim fakültesine, elektriği bitiren de elektrik mühendisliğine girmek istiyordu. Ama bu yönde hiçbir düzenleme yok. Neden?

- Sınavsız geçişin kaldırılması, üniversite kapısının meslek lisesi mezunlarına yüzde 50 oranında kapanması anlamına geliyor. Görmedikleri derslerden sınava giren meslek liseliler, diğer testlerde daha başarısız olmaya devam edecekler ve herkese açıldığı için de meslek yüksekokullarına bile giremeyecekler. Onunla da kalmayıp dikey geçiş hakkından yararlanamayıp 4 yıllık fakültelere de geçiş yapamayacaklar.

- Katsayılar, barajlar ve farklılıklar kalktığına göre, meslek yüksekokulu mezunları, yeterli puanı tutturmaları halinde, istedikleri fakültelere girebilecekler mi? Örneğin iki yıllık Makine’den mezun biri, Hukuk’a geçiş yapabilecek mi? Yapamayacaksa bu durum, YÖK’ün bugünkü “özgürlükçü” anlayışına ters düşmeyecek mi?

- Yeni sistem, eğitimde kaliteyi yükseltecek mi? Yoksa sıfırcıların sayısını daha da mı artıracak? Genel izlenim, “Çok daha fazla artıracak” yönünde. “Kalite iyice dibe vuracak” deniliyor.

- Yeni sistemle dershaneye olan bağımlılık artacak mı, azalacak mı? Başbakan Erdoğan’ın “Çocuklarımızı dershane belasından kurtarın“ söylemi hayata geçecek mi, geçmeyecek mi? Her ne kadar aksi iddia edilse de adayların, özellikle de meslek lisesi öğrencilerinin görmedikleri dersleri öğrenebilecekleri başka bir adres gözükmüyor.

- Önceki yıllarda bir defalığına getirilen alan değiştirme fırsatı, okul değiştirmeyi de içine alacak şekilde genişletilecek mi?

- Yeni düzenleme ile mesleki eğitimin kalitesi yükselecek mi? Yoksa azalacak mı? Önceki yıllardaki uygulamalar, aklında ve hedefinde üniversite olan öğrencilerin, mesleği ikinci plana ittiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla kaliteli ara insan yetiştirme projesi, yeni sistemle çökmüş oluyor. 4-5 yıl mesleki eğitim aldıktan sonra, tıbba, hukuka, öğretmenliğe, siyasala yönelen öğrenci, mesleki eğitimde nasıl başarı sağlayacak, anlamak mümkün değil. Tıpkı yeni düzenlemenin mesleki eğitimde kaliteyi yükselteceğini söyleyenler olduğu gibi.

Özetin özeti: Bazı mağduriyetler giderilirken yeni mağdurlar yaratılıyor. Zaten bu sistemde aksi de düşünülemez. Asıl sorun da burada. Ülkenin mühendis kadar teknisyene, doktor kadar da hemşireye ihtiyacı olduğu bir türlü görülmüyor. Hep popülizm. İyi teknisyen, iyi tekniker kimin umurunda!..

Devamını Oku

Katsayı neden kaldırıldı?--Abbas Güçlü

Katsayılar konusunda hemen herkes konuşuyor. Ama asıl konuşması gerekenler hâlâ susuyor. Bunların en başında da Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve üniversite rektörleri geliyor.

Ortada çok çelişkili kararlar var. ÖSYM Başkanı’nın dünkü basın toplantısından öğreniyoruz ki, sınavsız geçiş için yasal düzenleme gerekiyor. Ama bu konuda daha yasa teklifi bile hazırlanmamış. İstim arkadan gelecekmiş! Hayret ki hayret...

ÖSYM Başkanı’nın açıklamalarından öğreniyoruz ki, meslek liselerine kendi alanlarıyla ilgili fakültelere girişte yine kısıtlama var. Örneğin iletişim lisesini bitiren, iletişim fakültesine girerken ek puan alamayacakmış.

Hangi fakültenin hangi puanla öğrenci alacağı bile hâlâ belirlenmemiş. Peki bu acele niye? Hem de tam da tercihlerin başladığı gün!

Adayların kafası zaten karışıktı. Şimdi karmakarışık oldu. Neye göre tercih yapacaklar? Bu yıl bekleyip gelecek yıl yeniden sınava girmek avantaj mı yoksa risk mi? Sınavsız geçiş konusunda, ya yasal düzenleme gerçekleşmez ise ne olacak? Ya da öğrenciler, “Bu bizim kazanılmış hakkımızdı, bunun için meslek lisesine girdik” diye dava açıp kazanırlarsa, ortaya çıkan kaosun sorumlusu kim olacak?

Yeni sistemin o kadar çok bilinmezleri var ki, uygulamada nelerle karşılaşılacağını şimdiden tahmin etmek mümkün değil. Bilinen bir şey varsa o da, bu sistem de kalıcı değil!..

Doğrular, yanlışlar?

Eğitim sistemini bir bütün olarak ele almayıp kıyısından köşesinden değiştirirseniz, ortaya “garabet” çıkar. Bugün gelinen nokta budur.

Hemen her ülkenin olduğu gibi Türk eğitim sisteminin de Anayasa ve yasalarla belirlenmiş temel hedefleri var.

Bunların en başında da çağdaş bireyler ve ülkenin ihtiyaçlarına göre donanımlı insan gücü yetiştirmek gelir. Okul ve ders çeşitliliği bu yüzdendir. MEB’in okul içi eğitimi güçlendirmek için yıllardır verdiği mücadelenin nedeni de budur.

Lise ve dengi okullarda 400’e yakın ders okutulur. Her birinin farklı amaç ve hedefleri vardır. Ve hepsi de hem bireyler için hem de ülke için çok önemlidir. Ama siz bu derslerin 390’ını bir kenara iter, sadece 10 dersten soru sorar ve okuldaki başarıyı hiçe sayarsanız, bugünkü gençlik ve yurttaş profilinden şikâyet etmeye hakkınız olmaz.

Giriş sınavlarında soru sorulmadığı için resim, müzik, beden eğitimi, güzel sanatlar, felsefe, güzel yazma-güzel konuşma, hukuk, milli güvenlik gibi daha pek çok ders ve değerler yok olup gidiyor.

Kulüpler genç sporcu bulamıyor, çünkü öğrenciler dershaneye gitmek zorunda. Sonuç:

On binlerce sıfır ve 30 fen sorusunda 4’lük bir Türkiye ortalaması. Yani çocuklarımızı çağdaş bir insan olarak yetiştirmek için her şeyden uzak tutup sadece ve sadece sınavlara endeksliyoruz, gelinen nokta ise felaket. Şimdi kalkıp da bu sistemi savunmak hangi akla, mantığa sığıyor.

Hani sınavlar “garabet”ti?

Daha birkaç ay önce, “Çocuklarımızı bu sınav garabetinden kurtarın“ diyen Sayın Başbakan’ın ta kendisi değil miydi? Nasıl oluyor da şimdi bu “garabet“ tek seçici hale getiriliyor?..

Deniliyor ki, meslek lisesi mezunlarına özgürce seçim hakkı getirildi. Keşke öyle olsaydı. Ama tam bir kandırmaca. Bir öğrencinin tıbba, hukuka ya da mühendisliğe girebilmesi için çok yoğun Türkçe, matematik, sosyal ve fen eğitimi alması gerekiyor. Ama bu derslerin hiçbiri meslek liselerinde bu yoğunlukta okutulmuyor. Peki öğrenci, kazanmak için ne yapacak? Dershaneye gitmek zorunda kalacak. Ya parası yoksa? İşte o zaman sağlanan bu özgürlüğün hiçbir anlamı kalmıyor.

Doğru olan, meslek lisesi mezunlarının, gördükleri derslerden sınava girmeleriydi. Çok daha doğru olan da, meslek lisesine girmenin bir hata olduğunu anlayan öğrencilere, hangi sınıfta olursa olsun, diğer liselerin kapısını açmaktı. Geçerler diğer liselere, alırlar fark derslerini ve YÖK’ün istediği diplomayı, sonra da herkesle eşit koşullarda yarışırlardı.

Dahası, meslek liselerine olan ilgi katsayılardan önce de azdı. Şimdi de az. Gidenler de, dershanelere ek kaynak ayıramayacak kadar kısıtlı bütçelere sahipler. En önemlisi de başka ülkelerde olduğu gibi, örneğin Almanya’daki gibi kimse kimseyi zorla meslek lisesine yönlendirmiyor.

Ve asıl sorun meslek liselerinden daha çok klasik liselerde. Milliyet geçen hafta bunu çok çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. YÖK neden onlar için de yeni formüller düşünmüyor? Onlar da bu ülkenin gençleri değil mi?

Yeni sistem, cebinde beş parası olmayan müşteriye, “dükkân senin, istediğini alabilirsin ama peşin parayla” özgürlüğü tanımaktan başka bir şey değil.

Devamını Oku

Başbakan ve Eğitim Bakanı ÖSS’den kaç puan alır?

Başbakan ve Eğitim Bakanı ÖSS’den kaç puan alır?

Atatürk’e "Senin

adın Mustafa,

benim adım

Mustafa, bundan

böyle senin adın

Mustafa Kemal

olsun" diyen

öğretmeni, ne

öğretmeniydi?

Matematik.

*

"Çap, yarıçap, çember, açı, üçgen, eşkenar, yamuk, alan, taban, artı, eksi, eşit, toplam, oran" gibi matematik terimlerini kim türetti, kim Türkçeye kazandırdı?

Mustafa Kemal.

*

"Teğet" kelimesini?

Mustafa Kemal.

*

Hayat, matematiktir.

*

"22 Temmuz’da yüzde 84 oy kullanıldı. AKP, yüzde 84 oranında kullanılan oyun yüzde 47’sini aldı. Eğer, yüzde 100 üzerinden bu hesabı yapacak olursanız, AKP’nin aldığı oy yüzde 55.4’tür... Bu hesapları iyi biliyoruz, kusura bakmasınlar, bunların içinde piştik" diyen... Yani, yüzde 100 üzerinden hesap yapıp, yüzde 115’i bulan kim?

*

Senin başbakan.

*

"Milli eğitim çöktü, ÖSS’de liseler döküldü, 30 bin aday sıfır çekti" yorumlarına sinirlenip... "Bu eleştirileri yapanlar ne dediklerinin farkında değil, 4 yanlış 1 doğruyu götürüyor. Yani, 75 yanlış yapan aday, 25 soruyu doğru bile yapsa, sıfır alıyor" diyen kim?

*

Senin milli eğitim bakanın.

*

4 yanlış 1 doğruyu götürüyorsa, 75 yanlış 25 doğruyu mu götürür?

*

Otur.

Sıfır.


Kaynak Yılmaz Özdil/Hürriyet

Devamını Oku

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Milletin vekiline var ama aslına yok--Şükrü Kızılok

BİLİN bakalım ne?

Herhalde diyeceksiniz ki;


“Hangi birisini söyleyelim, o kadar çok ki...”

Haklısınız...

En iyisi önemli olanından başlayalım.

İKİ YIL VE EMEKLİLİK

Milletvekili olarak iki yılı doldurmak, “milletvekili emekliliği” yönünden çok önemli.

Son seçimler yapılalı bugün tam iki yıl oldu. Seçimi kazanan milletvekilleri, Meclis kürsüsüne çıkıp yemin ettikleri tarihten itibaren, iki yılı doldurduklarında “özel bir emekli aylığı” almaya hak kazanıyorlar.

Emeklilikle ilgili diğer koşulları da taşımaları kaydıyla, ilk kez milletvekili seçilenler, ikinci yılı doldurduklarında, “hem milletvekili hem de emekli olarak çift aylık” alacaklar.

İlk kez milletvekili seçilenler dedik çünkü ikinci kez ya da daha fazla milletvekili seçilenler, zaten yıllardır hem milletvekili olarak hem de emekli olarak aylık alıyorlar.

AYLIK NE KADAR?

1. Milletvekili aylığı:

Milletvekili görev aylığı her altı ayda bir artıyor. Temmuz ayı itibariyle, örneğin iki çocuklu bir milletvekili 9 bin 884 TL aylık alıyor. Görevini layıkıyla yapan milletvekili için bu para az bile...

2. Hem milletvekili hem de emekli aylığı alanlar:

Milletvekilleri, 9.884 TL görev aylığının yanı sıra, iki yılı tamamladıklarında 2.814 TL’de emekli aylığı, ayrıca toplu emeklilik ikramiyesi alıyorlar. Daha önce SSK, Bağ-Kur ya da Emekli Sandığı’ndan emekli olan milletvekilleri de bu avantajdan yararlanabiliyorlar. Örneğin, SSK’dan işçi emeklisi olan Başbakan Erdoğan da, bu haktan yararlandı ve kendisine milletvekili emeklisi olarak da aylık bağlandı. Hemen belirtelim bu haktan yararlanan başka başbakanlar, bakanlar ve milletvekilleri de var.

3. Milletvekili seçilemediklerinde:

Milletvekili iken aldıkları emekli aylığı artıyor. Örneğin, Temmuz 2009 itibariyle, milletvekili emekli aylığı 4.671 TL olarak ödeniyor.

MİLLETİN ASLINA YOK

İki yılını tamamlayan milletvekillerine tanınan bu ayrıcalık, tahmin ettiğiniz gibi milletin aslına yok.

Örneğin kamuda çalışan bir memur, şef, müdür, daire başkanı, genel müdür, müsteşar, öğretmen, öğretim üyesi, hâkim, savcı gibi 4/c’li kamu görevlileri;

* Emekli olmaya hak kazandıklarında, hem emekli aylığı hem de normal aylıklarını alamıyorlar. Bunlar ya normal ücretlerini alıyorlar ya da görevlerinden ayrılıp, emekli aylığı alıyorlar.

* Emekli bir kamu görevlisi, örneğin bir müsteşar üniversitede kadrolu olarak göreve başlarsa, emekli aylığı kesiliyor ve emekli aylığından daha düşük bir ücret alıyor.

AYRICALIĞIN DAYANAĞI

Anayasa’dan geliyor. Anayasa’nın 86/2. maddesinde milletvekillerini ilgilendiren “özel bir hüküm” var. Birlikte okuyalım;

“TBMM üyelerine ödenecek ödenek ve yolluklar, kendilerine TC Emekli Sandığı tarafından bağlanan, emekli aylığı ve benzeri ödemelerin kesilmesini gerektirmez.”

Evet... Anayasa’daki bu özel hüküm nedeniyle milletvekilleri hem maaş hem de emekli aylığını aynı anda alabiliyorlar.

BORÇLANMA

Milletvekilleri: 15 yıla kadar, geriye dönük borçlanıp, kolay emekli olabiliyorlar.

Milletin aslı: Bırakınız 15 yılı, bir gün dahi geriye dönük borçlanamıyorlar.

Şimdi, “Milletin aslına tanınmayan bu haklar, vekiline niçin sağlanmış?” diye soranlar olabilir.

Haklısınız... Ancak bu sorunun muhatabı biz değiliz; milletin aslı olarak vekilinize sormanız gerekiyor...

Devamını Oku

YÖK’ten kaosa davetiye--Abbas Güçlü

YÖK, dün, eğitim sistemini altüst edecek tarihi bir karara imza attı. Katsayıları neredeyse tümüyle kaldıran bu karar, MEB’in en büyük projesi olan erken yönlendirme sistemine büyük darbe vuracak. Alınan kararın en büyük özelliği ise öğrencileri dershanelere daha da bağımlı hale getirmesi. İşte olası sonuçları:

- Söz konusu karar kesinlikle pedagojik değil, siyasi.

- Meslek liselerine avantaj değil tam aksine dezavantaj getirdi. Sınavsız geçişin kaldırılması, öğrencilerin meslek yüksekokullarına da girmelerini zorlaştıracak.

- Bu karar ile hem Başbakan hem de MEB hiçe sayıldı. Erdoğan, “Çocuklarımızı, bu sınav ve dershane garabetinden kurtarın” demişti, tıpkı SBS’de olduğu gibi tam aksi yapıldı. Sınav sayısı artırıldı, dershaneler adeta zorunlu hale getirildi. Meslek lisesi öğrencilerinin dershaneye gitmeden sınav kazanmaları mümkün değil.

- Çağdaş eğitim sistemlerinin en temel özelliği olan ilgi ve yeteneklerin mümkün olduğunca erken yaşlarda keşfedilip o alana yönlendirilmesi projesi, bu kararla yok edildi. Sınavda isteyenin istediği fakülteyi seçmesi, liselerdeki alanları ve lise çeşitliliğini anlamsız hale getirdi.

- Okul içi eğitimin etkisi yüzde 1’e indirildi. Oysa MEB, okul içi eğitimi çok daha etkin kılmak için liselerin giriş sınavı SBS’de ilköğretim başarı puanının etkisini yüzde 25’e yükseltti. Bu çelişkiye tepkisiz kalması mümkün olmamalı!

- Söz konusu karar ile 28 Şubat sürecinin mimarlarından Çevik Bir’in isteği yerine getirilmiş oldu. O da, o dönemde YÖK’e yazı yazarak katsayıların kaldırılmasını istemişti.

- Katsayılar öncesi, meslek lisesi mezunlarının alan dışı tercihlerine girme oranı binde 6’ydı. Oysa şimdi meslek yüksekokullarına sınavsız giriyor, dikey geçişle de en az yüzde 10 oranında 4 yıllık fakültelere geçebiliyorlardı. Bu avantajları, yeni kararla ortadan kalktı.

- Meslek liselerine kendi alanlarıyla ilgili programlara girişte 0.06 gibi çok düşük bir avantaj sağlanıyor ki, bunun da hiçbir getirisi olmayacak. Ayrıca nasıl bir eşleştirme yapılacak o belli değil. Örneğin iletişim lisesini bitirenler, iletişim fakültesine girişte 0.06 ek puan alacak mı?

Bu karardan sonra SBS velilerine de ilköğretim başarı puanının kaldırılmasını isteme hakkı doğdu. Madem öyle anadolu ve fen liselerine girişte de sadece sınav geçerli olmalı...

Eğitimde hiç böylesine çelişkiler yumağı yaşanmamıştı. Bakalım Bakan Çubukçu bu faciayı da görmemezlikten mi gelecek?

YÖK çalıştayı

Hafta sonu İstanbul’da The Marmara’da ilginç bir çalıştay var. Milli Eğitim Bakanı Çubukçu ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan da katılıyor.

Boğaziçi eski rektörleri AKP ile flörtü çok seviyor. Hatta flörtün de ötesinde derin ilişkileri var. Ayşe Soysal’a olan ilgileri ortada. Üstün Ergüder ile de en başından beri sıcak ilişki içindeler.

Çalıştayın mimarı da belli ki yine o. Çünkü onun başkanlığında gerçekleşiyor.

Prof. Ergüder, platformlar oluşturmayı seviyor. Yeni platformun adı da Yüksek Öğretim Platformuymuş. Çok ilginç isimlerden oluşuyor.

Davetiyede, “Ülkemizde Yüksek Öğretim’in geleceğinin şekillenmesi açısından çok önemli bu programı onurlandırmanızı ve katkılarınızı dileriz” ibaresi yer alıyor.

Bu konuda senaryo üretenler çok. Haksız da sayılmazlar. Bakalım bakanlı, başkanlı toplantıdan ne çıkacak? Alınan son karar gündeme gelecek mi?

İktidar, YÖK yasasını değiştirmekten vazgeçtiğine göre, platformda bu diktatoryal gücü daha iyi nasıl kullanırızın bilinmeyen yolları mı aranacak, yoksa çağdaş üniversite yönetimi mi? Bekleyip göreceğiz.

Üyeler arasında çok saygın isimler var. Ortak noktaları ne? Gerçekten anlayamadım!..

Bu arada hazır YÖK başkanını bulmuşken, yönetim ve denetim konuları görüşülüyorken, bir insan, örneğin İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, hem yöneten hem de denetleyen nasıl olabilir? Daha da önemlisi İÜ çok büyüdü, tek elden yönetilemiyor diye bölünürken, rektörünün sırtına yeni bir yük daha nasıl verilir? Sezer’in yanlışının, Gül’ün yanlışıyla nasıl düzeltilmeye çalışıldığı da sorulur ve sorgularlarsa merakları da gidermiş olurlar...

İşte platform üyeleri: Üstün Ergüder, Tosun Terzioğlu, Cüneyt Ülsever, Halil Güven, Ahmet İnsal, Mehmet Durman, Sezer Komsuoğlu, Sabattin Balcı, Öktem Vardar, Deniz Ülkü Arıboğan, Necdet Timur, Yılmaz Esmer, Yaman Yener, Burhan Şenatalar, Halit Sayan, Vakıf Üniversiteler Birliği

Özetin özeti: YÖK yine YÖK’lüğünü yaptı.

Devamını Oku

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Sıfır puan alan adaylar hangi liselerden?

Öğrenci Seçme Sınavı'nda (ÖSS) ham puanı 0.5'in altında kaldığı için ''puanları hesaplanamayan'' ve kamuoyunda ''sıfır puan alan adaylar'' olarak bilinen adayların çoğunluğunu Açıköğretim Lisesi ve Çok Programlı Lisesi çıkışlılar oluşturuyor. 2009-ÖSS'de puanı hesaplanamayan adayların okul türlerine göre dağılımı belli oldu.

ÖSS'ye giren 1 milyon 324 bin 1'inin sınavı geçerli sayılırken, 29 bin 927'sinin (yüzde 2.26'sı) puanı belirlenemedi. Puanı hesaplanamayan adayların okul türleri arasında genel liselerin oranı oldukça düşük. Lise çıkışlı 998 bin 684 adayın sınavı geçerli sayılırken, bu adayların sadece 15 bin 4'ünün (yüzde 1.50) puanı hesaplanamadı.

Öğretmen liselerinde 19 bin 13 adayın sınavı geçerli sayılırken bunların 36'sının (yüzde 0.19) puanı, meslek lisesi çıkışlılarda ise toplam 305 bin 545 adayın puanı hesaplanırken yüzde 4.64'ünü oluşturan 14 bin 185 aday ise puan alamadı. ''Diğer'' olarak tanımlanan okul türleri içinde ise Açıköğretim ve Çok Programlı Liseler bulunuyor. Buna göre, bu okullardan 759 adayın sınavı geçerli sayılırken, bu adaylardan 702'sinin (92.49) puanı belirlenemedi.

'Yarı yarıya'

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, ÖSS'ye giren puanı hesaplanamayan adayların eski mezun mu, yoksa yeni mezun mu olduğunu merak ettiğini belirterek, ''Rakamlara baktım, yarı yarıya... Yarısı onların eski mezun, yarısı yeni mezun'' dedi. Özcan, ÖSS sonuçlarını değerlendirmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı ile bir araya gelinmesi gerektiğini de belirtti.
Devamını Oku

16 Temmuz 2009 Perşembe

FABED 2009 Yapı Bilim Dalı Üstün Başarı Ödülü İTÜ'ye

Feyzi Akkaya Bilimsel Etkinlikleri Destekleme Fonu'nun (FABED) 2009 Yapı Bilim Dalı Üstün Başarı Ödülü bu yıl "Deprem Hasarlarının Azaltılması" konusundaki çalışmalarından ötürü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öğretim üyesi Doç.Dr.Pelin Gündeş Bakır'a verilecek.Bakır, yapı üzerindeki her türlü hasarın kesin ve tartışmasız sonucunu ortaya çıkaran sistem geliştirdi.Yapı titreşimlerini sensörlerle sürekli ölçen ve veri toplama sistemine aktaran bu sistem, binalardaki her türlü hasarı ve zayıflamayı tespit ediyor.Bu proje, deprem öncesi sensörlerle izlenen yapıda göçme riskinin önceden tedbir alınmasına ve hayat kurtarılmasına olanak veriyor.Bu sistem, depremlerde yapının hasar durumunu, titreşim karakterini inceleyerek, yapıyı görmeye gerek kalmadan bir izleme merkezinden anında tespit etmeyi de sağlıyor.Bakır "12-15 sensörün yerleştirildiği sistemde maliyet 50-55 bin doları buluyor.Sistem biraz pahalı ancak inşaat mühendisliği ve deprem mühendisliği bilimi, önümüzdeki 10 yıl içinde, titreşimşerin izlenmesi sistemine yönelecek." dedi.

Doç.Dr.Pelin Gündeş Bakır, projenin içinde yer almak istediğini bildiren Berlin Teknik Üniversitesi'nde de ders veriyor.
Devamını Oku

İlginç Şeyler--4

Ünlu cizgi film kahramani Temel Reis, 1919 yilinda Elzie Crisler Segar tarafindan yaratildi.

İlk cama$ir makinesi 1907 yilinda Hurley Machine Co. Tarafindan pazarlandi.

Kita isimlerinin hepsi ayni harfle ba$layip ayni harfle biter.

Herhangi bir okyanusun en uzak oldugu nokta cin’dir.

Ki$ aylarinda, Moskova’daki buz pateni pistleri 250 bin metrekarelik bir alani kaplar.

Rusya’da dogudan batiya dogru seyahat edilirse, yedi saat ku$agi gecilir.

Norvec’in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gunduz gune$li gecer.

Sadece di$i sivrisinekler isirir.

Dunyada her dakika iki tane du$uk $iddette deprem olmaktadir.

Hindistan’daki yillik dogum sayisi, Avustralya’nin toplam nufusundan fazladir.

Rusya’nin dortte biri ormanlarla kaplidir.

Tarih boyunca yeryuzunde bulunan altin 200 kat daha fazlasi okyanuslarda bulunmaktadir.

Kopeklerin ter bezleri ayaklarindadir.

Yazar Rudyard Kipling sadece siyah murekkep kullanirdi.

Mickey Mouse’dan once en me$hur cizgi film kahramani Felix The Cat’di.

Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hic kimsenin sigara icmesine izin vermezdi.

Salataligin yuzde 96’si sudur.

Bir kilo limonda bir kilo cilekten daha fazla $eker vardir.

Peru’da hic umumi tuvalet yoktur.

Timsahlar renk korudur.

Devamını Oku

İlginç Şeyler--3

Gecen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.

Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir.

Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır.

İnsan saçı, üç kilo ağırlik kaldırabilecek esnekliktedir.

Gunumuzde, evlenenlerin yuzde ellisi bo$anmaktadir.

Beethoven beste yapmadan once kafasini soguk suya sokardi.

Her 25 ki$iden biri astim hastasidir.

Dunyadaki hayvanlarin yuzde sekseni alti ayaklidir.

Uranus, ciplak gozle gorulebilen bir gezegendir.

Kaptan Cook, Antarktika haric butun kitalara ayak basan ilk insandir.

Guni$igindan daha fazla yararlanmak icin saat uygulamasini Benjamin Franklin ba$latmi$tir.

Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe cokmesi bir saatten uzun surer.

Bugune kadar olculmu$ en buyuk buz dagi, 200 mil uzunlugunda ve 60 mil geni$ligindedir ve Belcika’dan daha buyuk bir yuzolcumune sahiptir.

Bugune kadar kaydedilmi$ en buyuk dalga, 1971 yilinda Japonya’nin ishigaki Adasi’nda 85 metre yuksekligine ula$mi$tir.

Acik bir gecede, ciplak gozle iki bin ayri yildizi gormek mumkundur.

Sahra colundeki Tidikelt kasabasina on yil boyunca hic yagmur yagmami$tir.

Ba$kan John F. Kenndy, yirmi dakikada dort gazete okuyabilirdi.

Mumyalarin ayak parmaklari tek tek sarilarak mumyalanmi$tir.

Dunyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almi$ti.1878 yilinin $ubat ayinda Connecticut New Haven’da yayimlanmi$ti.

Yataktan du$erek olme olasiligi iki milyonda birdir.

Devamını Oku

YÖK'te istifa depremi!

Bülent Serim YÖK üyelğinden istifa etti. Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından atanan Serim, 'muhalif üye' olarak adlandırılıyordu ve kontenjan düzenlemine karşı çıkıyordu.

İstifa eden YÖK üyesi Bülent Serim, "İstifa kararımda, "YÖK Başkanvekili’nin "Kuran kursları cemaat ve tarikatlara bırakılmalıdır" yolundaki ifadesi ve YÖK Başkanı’nın basına yaptığı 'yeni sınav sisteminde farklı katsayı uygulaması kaldırılacak' açıklaması son noktayı koymuştur" dedi.

Serim, Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmak üzere Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı'na sunduğu dilekçesinde, Anayasa'nın 131. maddesinin YÖK üyelerinin üç farklı kontenjandan seçilmesini öngördüğünü hatırlatarak, "Konulara yaklaşımda bir denge kurulması amaçlanmıştır. Oysa Aralık 2007'den bu yana Cumhurbaşkanlığı, Bakanlar kurulu ve Üniversitelerarası Kurul kontenjanlarından YÖK Kurulu Başkan ve üyeliklerine yapılan seçimlerde tüm konulara iktidar partisi penceresinden bakan kişilere öncelik verilmesi dikkat çekici bir durum almıştır. Bu seçimlerde iktidar partisinden milletvekili adayı olmuş, bu partiye yakınlığı genel kabul görmüş ya da türbana özgürlük bildirisine imza koymuş akademisyenlerin tercih edilmesi kabul edilemez boyutlara varmıştır" görüşlerine yer verdi.
Devamını Oku

Neden G.Saray ligi hep iç sahada, Beşiktaş deplasmanda bitirmiş?

Pazartesi günü bu sütunda yayınlanan “Fenerbahçe, neden son 13 hafta İstanbul ve Ankara’da?” yazısının üzerine o kadar çeşitli tepkiler aldım ki, fikstürle alakalı birkaç satır daha yazma ihtiyacı hissettim.
Esasında “fikstür çekimi” diye adlandırdığımız şey, “bütün bir fikstürün hafta hafta kura ile belirlenmesi” anlamı taşımıyor. Türkiye’deki 34 haftalık fikstür (veya İspanya’daki 38 haftalık fikstür) önceden belli, takımlar sadece birinci hafta fikstüründeki yerlerini çekiyorlar. Birinci hafta fikstürü belli olduğu anda zaten 34 haftalık fikstür de belirlenmiş oluyor. Yani fikstür çekimi dediğimiz şey esasında yalnızca bir kâsenin içinde 1’den 18’e kadar topların konulması ve 18 Süper Lig ekibi temsilcisinin sırayla gelip birer top çekmesinden ibaret... Bu sene Gaziantep 1 numaralı topu çekmiş, 2 numaralı top Galatasaray’a verilmiş, Gençlerbirliği 3, Kayseri 4 ve nihayetinde Fenerbahçe 18 numaralı topla ilk hafta maçlarındaki yerlerini almışlar.
Fikstür, otomatik takip esasıyla yapılandırıldığı için, bir sporseverin elinde ilk hafta fikstürü varsa, bütün bir sezonun fikstürüne de sahip demektir. 18 takımın 17’si ligde aynı sırayı takip ediyorlar, sadece Denizlispor’un fikstürü o sırayla gitmiyor (Bunun nedeni tamamen matematiksel). Bu yüzden her takım Denizli ile içeride oynadığı haftadan bir sonraki maçını da iç sahada oynuyor, yalnızca (dizinin en başındaki) 1 numaralı topu çeken Gaziantep ve (dizinin en sonundaki) 18 numaralı Fenerbahçe hariç...
Şimdi, elimizde yalnızca aşağıdaki Süper Lig ilk hafta fikstürü olduğunu düşünelim:

G.Antep G.Saray
G.Birliği Kayseri
Antalya Ankara
İst. B.B. Beşiktaş
Bursaspor Kasımpaşa
Manisaspor Eskişehir
D.Bakır Ankaragücü
Sivasspor Trabzon
Denizli F.Bahçe

Örneğin ilk hafta Kayseri ile oynayan Gençlerbirliği’nin sonraki haftalardaki rakiplerini bulmak için saat yönünde ilerlemek yeterli... Yani G.Birliği’nin ilk yarı fikstürü şöyle: Kayseri, Ankara, Beşiktaş, Kasımpaşa, Eskişehir, A.Gücü, Trabzon, F.Bahçe, (Denizli’yi atlıyoruz), Sivas, Diyarbakır, Manisa, Bursa, İst.BB, Antalya, Denizli (Sıra söz konusu takımın kendisine geldiğinde Denizli’yle oynuyor), Gaziantep ve Galatasaray...

İspanya’da da aynı mantık
Hafta içinde İspanya’da da fikstür çekildi ve merak edenler için La Liga’nın da ilk hafta fikstürü de şöyle:

R.Madrid Deportivo
Athletic Espanyol
Mallorca Xerez
Osasuna Villarreal
Zaragoza Tenerife
Valencia Sevilla
Almeria Valladolid
Barcelona Sporting
Santander Getafe
Malaga Atletico

İspanya Ligi’nde serbest fikstürü olan ekip Malaga... Real Madrid 1, Barcelona 15 numaralı topu çekmişler. Örnek olarak Barcelona’nın 2009-2010 ilk yarı fikstürünü (Sporting’den başlayıp saat yönünde ilerleyerek) çıkaralım: Sporting, Getafe, Atletico, (Malaga’yı atlıyoruz), Santander, Malaga (Takımın kendisine sıra geldiğinde Malaga ile oynuyor), Almeria, Valencia, Zaragoza, Osasuna, Mallorca, Athletic, R.Madrid, Deportivo, Espanyol, Xerez, Villarreal, Tenerife, Sevilla ve Valladolid...

Garip tesadüfler (Bölüm 2)
Yukarıdaki basit algoritmaya zaten herhangi bir dış müdahale olamaz, ama bizim fikstür çekiminde itirazımız olan nokta başka: Süper Lig’deki 18 kulübün gelip sırayla o kâseden topları çekmesi gerekirken; 8 yıldır birtakım gerekçelerle 3 büyüğe topları önceden teslim ediliyor. Derbiler ilk haftalara ve milli müsabaka öncesine denk gelmesin filan derken fikstür çok acayip bir hal alıyor:
1) 2009-2010 fikstüründe Beşiktaş ilk 9 hafta, G.Saray 2 ile 11’inci haftalar arası, Fenerbahçe son 13 hafta İstanbul-Ankara hattında kalmışlar.
2) Fenerbahçe ile Trabzon üç sezondur üst üste 17’nci hafta karşılaşıyorlar. (İhtimali 4913’te 1...)
3) Fenerbahçe iki sezondur üst üste 10’uncu hafta G.Saray, 13’üncü hafta Beşiktaş, 17’nci hafta Trabzon ile oynuyor! (İhtimali 4080’de 1...)
4) Beşiktaş son 15 yılda tam 14 kez ligin son hafta maçını deplasmanda oynamış! Siyah-beyazlılar bu sezonu da Bursa deplasmanında kapatıyor... Enteresandır, Galatasaray da bu sezona kadar son 11 yılda yalnızca 1 kez son haftayı deplasmanda geçirmiş! (*)
Burada yazılanlar tamamıyla tesadüfen gerçekleşmiş de olabilir (Ki, ben böyle olduğuna inanıyorum, zaten fikstürün lig sonundaki neticeye tesirinin de en fazla yüzde 1 civarında filan olduğunu tahmin ediyorum). Yalnız buradaki derdimiz ligin neticesine etki edilmesi değil, futbolseverlerin güven/adalet duygusunun durmadan hırpalanması..... Kamuoyunun hiç şüphe duymadan, kayıtsız koşulsuz fikstüre inanması için bu “hazır top teslimi” alışkanlığının değişmesi gerek.
Merak etmeyiniz, üç büyükler birbirleriyle ilk 3 haftada da oynasalar, sporseverler ligin kalanını izleyeceklerdir. Merak etmeyiniz, bir milli oyuncunun derbide sakatlanma olasılığı, diğer müsabakalarda sakatlanma olasılığından öyle çok çok yüksek değildir.

Kaynak: Uğur MELEKE
Devamını Oku

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi


Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi…

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi…

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Bağımsızlık, Mustafa Kemal’ den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi…

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi…

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi…

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi… Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi…

Devamını Oku

'Yaşasaydı sıra Uğur'a da gelirdi'

CHP İzmir Milletvekili Güldal Mumcu, kadınların ancak 50 parlamenterle (yüzde 9.1) temsil edildiği erkekler meclisini 2 yıldır yöneten iki kadın TBMM başkanvekilinden biri. Toplumun “öfke kontrolünün düşük olması” nedeniyle TBMM’yi bir kadının yönetmesinin çok fazla bir değişiklik yaratmadığı kanısında. Mumcu, AKP’nin TBMM’deki son gece yarısı operasyonuyla ilgili olarak “Sabahlara kadar çalışılmasını insan haklarına, müzakare geleneğine uygun bulmuyorum. Ayrıca anayasaya aykırı hiçbir önergenin kabul edilmemesi lazım aslında” diyor. Mumcu, Ergenekon davasının amacının “insanların pusulasını şaşırtmak” olduğunu vurgularken “Baskı kurmak, ülke çıkarlarını, laik, demokratik değerleri savunanların üzerine korku salmak ve korkuttukları insanları istedikleri yöne kanalize etmeye çalışmak... Amaçları bu...” görüşünü dile getiriyor. Ve ekliyor: “Güç odaklarına, yolsuzluklara, uygulamadaki usulsüzlüklere gazetecilik yaşamı boyunca belgeleyerek karşı duran bir gazetecilik anlayışı sergilemiş olan Uğur yaşasaydı, sıranın ona da gelebileceğini düşünmemek elde değil...”

Güldal Mumcu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

- TBMM’yi bir kadının yönetmesinin milletvekillerinin üslubuna bir etkisi oldu mu?

- Hem Meral Akşener, hem de benim yönettiğim oturumlarda -eğer üslup farkından kastınız daha düzgün bir ifade, daha az kavga ise- önemli bir farklılık olmadı. Belki birçoğunu engelliyor ama “Erkeklerin yönettiği oturumlarla kadınların yönettiği oturumlar kıyaslanırsa, kavga oranları düştü mü?” derseniz, sanmıyorum... Gerginlik ortamı olunca, yöneten kadınmış erkekmiş kimsenin umurunda olmuyor. Öfkenin kontrolü düşük bizim toplumumuzda. Öfke yükselince yönetenin kim olduğu akla bile gelmiyor. Öfke yükselince mantık devreden çıkıyor, yerini kabalık alıyor.

‘Vekilin sözü kesilmemeli’

- En çok Kamer Genç mi zorluyor başkanvekillerini? Gerçi o size daha nazik davranıyor...

- Aslında ben de bütün milletvekillerine nazik davranıyorum. Aksi zaten düşünülemez. Benim Meclis’i yönetirken prensibim şu:Milletvekilinin söz söyleme hakkı sınırlanmamalıdır, sözü kesilmemelidir. O da hakaret etmeden söz söyleyecektir. Eleştiri sınırları içinde konuştuğu halde milletvekilinin sözünün kesilmesi uygun değil.

- TBMM’de 2 yıllık deneyiminiz sonunda içtüzükte ne tür değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?


- Öncelikle milletvekillerinin söz hakkı konusunda değişiklikler yapılmalı. 5 dakikalık gündem dışı konuşmaya, hükümet 20 dakika cevap veriyor. Yani 4 misli süre kullanmış oluyor. Milletvekilinin söz hakkının arttırılmasından yanayım. Ayrıca bir yasa tasarısı komisyonlarda görüşülürken milletvekilleri görüş bildiriyor, gerekiyorsa uzmanların bilgi ve görüşüne başvuruluyor. Buna çağdaş bir toplumun gerektirdiği örgütlü kuruluşların, kurumların temsilcilerinin görüşlerinin de eklenmesi gerekir. Bu, uygulamada bir ölçüde var. Ama fiilen içtüzük hükmü haline de gelmeli. Bütün oylamaların elektronik cihazla yapılmasıyla da birçok tartışmanın önüne geçilecektir diye düşünüyorum.

- TBMM Başkanı Köksal Toptan yurtdışındayken gelen TCK’nin 301. maddesiyle ilgili yasa değişikliği önerisini hemen komisyona sevk etmemeniz tartışma konusu olmuştu...

- Anımsarsınız, Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso gelecekti. Öyle bir anda ve hiç de gündemde değilken, o gelmeden bir gün önce komisyondan, genel kuruldan hemen geçirilmek istendi. 301. maddede doğrusu esaslı bir değişiklik de yoktu. Sadece şekli yönden bir değişiklikti. Bir de onay merciini Cumhurbaşkanı olarak düzenliyordu. Bunların tartışılması gerekliydi. Başkan’ın dönüşünün beklendiği sürede işte bu tartışmalar yapıldı. Ve birçok şey biraz daha yerli yerine oturdu.

- Bir başkanvekili olarak, TBMM’nin son günü yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bir yasanın bitimine kadar, sabah 04.00’e, 07.00’ye kadar çalışmak emek haklarına, çalışma standartlarına uygun değil. İnsan haklarına, müzakere geleneğine uygun bulmuyorum. Bir de; yasalar Meclis’e ham olarak geliyor, komisyonlarda yeterince pişmiyor, görüşler dikkate alınmıyor, hükümet komisyonda halletmesi gereken unsurları genel kurula getirip değişiklik önergeleriyle yasayı pişirmeye çalışıyor. Ayrıca anayasaya aykırı hiçbir önergenin kabul edilmemesi lazım aslında.

- Muhalefete “gol” atıldığı yorumlarına ne diyorsunuz?


- Anayasaya uygun davranacağı varsayılan bir iktidarın, anayasaya aykırı bir önergeyi geçirmeyi “gol” olarak nitelemesi siyaseten uygun görülemez.

‘Hukukun temel kuralları işletilmiyor’

- Ergenekon davasına nasıl bakıyorsunuz?


- Hukukun temel kuralları işletilmiyor. Hukukun temel kuralı, gözaltına alınan her kişinin suçluluğu kanıtlanana kadar masum olduğudur. Ama Ergenekon olayında gözaltına alınan herkese, ilk başta “suçludur” yaftası yapıştırılmak isteniyor. Bu, hukuken kabul edilebilecek bir şey değil. Bu süreçte hukuk herkese eşit uzaklıkta olmak; yargı yönetene de, yönetilene de eşit uzaklıkta durmak zorundadır. Ama son olarak davadan çekilen hâkimin söylediğinden hareket edersek; bir hâkim “Benim üzerimde kurumsal baskılar var” dediği andan itibaren hukuk devreden çıkmış, yönetimin hizmetine girmiş demektir. Bu da faşizan bir anlayışın başladığını gösterir.

- Ülkede tam bir kutuplaşma yaşanıyor. “Rejimin güvencesi asker değil, emniyet” benzeri mesajlar veriliyor. Bu kutuplaşma, bu gerginlik nasıl aşılacak?

- Anımsayın, bir dönem emniyet teşkilatına ağır silahlar alındı. Bir ülkenin savunması için askerinde olması gereken, polisin asayişi temin etmek için ihtiyaç duymayacağı silahlar... Bir MGK toplantısında polisteki bu ağır silahların geri alınmasına karar verildi. Gerçekten uygar ülkelerdeki gibi, polisin iç güvenliği sağlamak için ne kadar, hangi ölçüde silaha ihtiyacı varsa o silahlarla donanımlı kılındı. O yıldan bu güne kaç yıl geçti bu ülkede... Yeniden o karşıtlığı yaşatmak isteyenler olduğunu görüyoruz. Polis ve askeri karşı karşıya getirmek kimin veya kimlerin işine yarar? Bir ülkeyi yöneten bir başbakan polis ve askeri karşı karşıya getiremez, getirmemelidir. O zaman başbakanlık misyonundan ayrılması lazım. Çünkü bir ülkeyi yönetmek, demokratik kurumlarını uyumlu ve ülkenin çıkarı doğrultusunda çalıştırabilmeyi, hukukun üstünlüğünü rejimin tek “teminatı” olarak görmeyi gerektirir.

- Bir cemaatin emniyette giderek daha etkili olduğu değerlendirmeleri de yaygınlaşıyor...

- Sadece emniyette değil!.. Cemaatler, Türkiye Cumhuriyeti’ne kendi ülkesi değil de fethedilmesi gereken bir ülke gibi bakıyorlar. Onun için her kurum, her kuruluş ele geçirilmesi gereken bir kale muamelesi görüyor. Cemaat bilinci buna yol açıyor. Vatandaşlık bilincini tekrar yükseltmemiz gerekir. Hepimiz bu ülkenin vatandaşıyız. Ne kurumlar bizim düşmanımız, ne de biz kurumların... Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri laik, demokratik vatandaşlık bilinciyle atılmıştır. Bunun tersine davranış ve uygulamalar, bu bilincin inkârıdır.


‘Yaşasaydı Uğur’u da alırlardı’

- Bir TV programında “Eğer yaşasaydı, Uğur’u da alırlardı” dediniz...


- Öyle bir tablo sergileniyor ki, bu davada kimin, ne için alındığını bilemiyoruz. Afaki olaylar... İktidara eleştirel gözle bakan, eleştiren yazılar yazan, sözler söyleyen aydınların da gözaltına alındığını görüyoruz. Yönetimlerin eleştirilecek yanları da vardır, olumlanacak yanları da. Bir gazeteci her daim bir yönetimi olumlayamaz ki, yapılan yanlışları da tabii ki eleştirecek. Yönetimler eleştirilere tahammül edemiyorsa orada demokrasiden söz edemeyiz. Bu çerçevede baktığımız zaman; güç odaklarına, yolsuzluklara, uygulamadaki usulsüzlüklere gazetecilik yaşamı boyunca belgeleyerek karşı duran bir gazetecilik anlayışı sergilemiş olan Uğur yaşasaydı başka türlü davranması mümkün olmadığı için, sıranın ona da gelebileceğini düşünmemek elde değil...

- Uğur Mumcu’yu da Ergenekon örgütünün öldürdüğü savı ortaya atıldı...

- Eğer Ergenekon diye tarif edilen yapılanma -her ne ise- onlar Uğur’a yönelik suikastı da gerçekleştirmişse, delillerini, bilgileri, zamanını, bağlantılarını çıkarır ortaya koyarsınız. Uğur Mumcu ve diğer öldürülenler için görülmüş olan Umut davasını, oradaki sanıkları, o yargılamayı unutun; işin gerçeği Umut davasında söylenip karara bağlananlar değil, şimdi size sunduğumuz, ortaya çıkardığımız delillerdir, sanıklardır deyin o zaman. Hukuk fakültelerinde bir iddianame “nasıl hazırlanmaz” diye öğrencilere negatif örnek göstermek isterlerse hocalarımız bundan sonra hiç sıkıntı çekmeyecekler. Ergenekon davası iddianamesini rahatça örnek gösterebilirler. “Aman haaa... Siz sakın böyle bir uygulamanın içinde olmayın” diye... Bu dava ile kavram karmaşası yaratarak herkesin kafasını karıştırmak istiyorlar. Bunun maksadı insanların pusulasını şaşırtmaktır; bunu yaptığınız anda, onları istediğiniz yöne yönlendirebilirsiniz. Ergenekon davasında da insanların pusulalarını şaşırtmak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Baskı kurmak, ülke çıkarlarını, laik, demokratik değerleri savunanların üzerine korku salmak ve korkuttukları insanları istedikleri yöne kanalize etmeye çalışmak... Amaçları bu...

- Bir gün Uğur Mumcu suikastının gerçekten aydınlatılabileceğine inanıyor musunuz?

- Aslında Umut davası sonuçlandı. Ama bizim davamızın ucu açık. Bize fail olduğu söylenen 3 kişiden biri ortada yok. Hiçbir zaman bulunmadı. Bir gün “Cihan” kod adlı Oğuz Demir’i bulurlarsa, o zaman dava yeni baştan görülür. Umut davasında Uğur Mumcu cinayetinden mahkûm olanlar oldu. Bu davanın bir kısım sanıkları da aflar sonucunda çıktı. Çıkanlardan Muzaffer Dağdeviren, Vatan Caddesi’nde kafasına kurşun sıkılarak öldürüldü. Kim, niye öldürdü, bulunamadı...Yine de bir gün Uğur Mumcu suikastının tüm bağlantılarıyla gerçekten aydınlatılabileceğine inanıyorum. Aksi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını yadsımak olur. Bir de, ben zaten iflah olmaz bir iyimserim.

‘Emin Değer şahit’

- Mehmet Ağar, “Duvardan tuğla çekemem, yıkılır” sözlerini 11 yıl sonra yalanladı. Bunca yıldır size olan “saygısından” yalanlamadığını söyledi... Neden bu kadar bekledi, neden yalanladı?

- Bilemem. O görüşmenin şahitleri var. Emin Değer şahit. Yalanlamak gerçeği değiştirmez.

- Genelkurmay Başkanı Başbuğ, son basın toplantısında Uğur Mumcu’nun “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar” sözlerini andı...

- Uğur’un bu sözünün benimsenmiş olması, söz söyleyenlerin sözlerinin altını doldurma zorunluluğunu beraberinde getirdiğinden, olumlu bir gelişme.

- Kendisinin Genelkurmay arşivinde çalıştığı da ifade edildi...

- Uğur, Abdullah Öcalan’la ilgili araştırma yaparken hem valiliğin hem de Genelkurmay’ın arşivine bakmak istedi, onlardan izin aldı. Ama oralarda düzenli konferanslar vermiş değildi. Uğur, sadece 13 Ocak 1993’te Harp Akademileri’nde bir konferansa davet edildi, basın ve basının sorunları konusunda. Bu, askeriyede ilk ve hayattaki son konferansıydı.


ÇARŞAF AÇILIMI

‘İnancı şekle bağlamak dine saygısızlıktır’

- Partinize gelirsek; “çarşaf” açılımına karşı rahatsızlığınızı dile getirdiniz...


- İnsanın inancını şekil şartına bağlayan anlayışa karşıyım. Başını örtünce inançlı oldu, açıksa inançlı değil! İnancı sadece başörtüsü ve örtünmeye, yani şekle bağlamak, inanca ve dine saygısızlıktır. İnanç öyle bir şeydir ki, insanın içinden bir su gibi akar; temizler geçer.

- CHP Doğu ve Güneydoğu’da yok. Neden o bölge seçmenine ulaşamıyor?

- Bu sadece CHP’nin sorunu değil. Son seçimlere bakarsanız Doğu ve Güneydoğu’da sadece AKP ve DTP var. Hatta AKP’nin oy kaybettiğini görüyoruz. Bu tablo, din, etnik kimlik ve toprak ağalığı üçlemesinin çok uzun yıllardır sürmesinin, istismar edilmesinin sonucudur. Sorun, toprak reformunun orada hayata geçirilememiş olmasıdır. Toprak reformunu hayata geçirmediğiniz sürece sosyalist, sol, sosyal demokrat bir partinin gerçekten dayandığı ilkeleri yerleştirmeniz zorluklarla karşılaşır. Kaldı ki toprak reformu sadece solun değil, günümüzde çağdaş insan, çağdaş yurttaş olmanın da bir gereğidir. Bunun için her şeyin yeniden ele alınması, kartların yeniden karılıp öyle bakılması lazımdır.

Kaynak: Cumhuriyet
Devamını Oku

Rock'n Coke başlıyor

''Rock'n Coke Festivali'' bu yıl 18-19 Temmuz tarihlerinde İstanbul Park'ta yapılacak. Festivalin tanıtımı amacıyla İstanbul Park'ta düzenlenen basın toplantısında konuşan Coca-Cola Türkiye Marka Tanıtım ve İletişim Müdürü Dilge Berktaş, Rock'n Coke Festivali'nin dünyanın önde gelen festivalleri arasında yer aldığını söyledi. Berktaş, yapılan araştırmalara göre, gençlerin yüzde 94'ünün günlük yaşamlarındaki en yaygın aktivitenin müzik olduğunu ve gençlerin yüzde 65'inin müzik dünyasını keşfetmelerinde Rock'n Coke'un büyük bir olanak sağladığını belirtti.

Rock'n Coke Prodüksiyon Direktörü Uluç Dündar da her geçen yıl Rock'n Coke'un daha çok kişiye seslendiğini ifade ederek, amaçlarının sundukları hizmetle katılımcılara unutulmaz bir festival deneyimi yaşatmak olduğunu kaydetti. Dündar, bu yıl festivale yoğun bir ilgi olduğunu ve festivalin yapılacağı İstanbul Park'ta son hazırlıkların devam ettiğini, alanda 40 bin kişinin ağırlanabileceğini ve konser öncesinde tüm katılımcıların iyi vakit geçirebilmesi için her şeyin düşünüldüğünü anlattı.

Festival alanının 150 kişinin 1.5 aylık çalışması sonucu inşa edildiğini belirten Dündar, katılımcıların tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için eğlence ve alışveriş merkezleri, yiyecek ve içecek stantları, otopark, uzman doktorların görev yapacağı bir gezici hastane, postane, lunapark ve internet kafe kurulduğunu bildirdi.

Yıldız akını

Festivalde, Linkin Park, Nine Inch Nails ve The Prodigy gibi tanınmış yıldızların yanı sıra Kaiser Chiefs, Santigold, Jane's Addiction, Janelle Monae, Juliette Lewis, Howling Bells, D2, Cold War Kids, Razorlight gibi dikkat çeken isimlerin de yer alacağını kaydeden Dündar, festivalde 15 bin kişilik kamp alanı bulunduğunu söyledi.

Dündar, festivalde, Duman, Manga vs Cartel, Hayko Cepkin, Emre Aydın ve Aylin Aslım gibi isimlerin de sahneye çıkacağını belirterek, şöyle konuştu: ''Festivalde bu yıl sanatçı ve ekiplerle birlikte 500 kişi ağırlanacak. Festivalin 900 metrekare alana sahip kulisinde 20 kişilik bir ekip görev alacak. Festival alanı toplam 57 saat canlı kalacak. Her yıl olduğu gibi bu sene de 'Hayata Artı' gençlik programına ev sahipliği yapacak. Coca-Cola Türkiye ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından oluşturulan 'Hayata Artı' programı kapsamında, gençler buraya gelerek tasarladıkları çevre projelerini sergileyecek.''

Festivalden

Rock'n Coke, 14'ü yabancı 26 grup ağırlayacak. 300'den fazla müzisyenin sahneye çıkacağı festival, İstanbul Park'ta 80 bin metrekarelik alanda gerçekleştirilecek. Alanda 15 bin kişilik kamp alanı bulunacak. 70 kişilik bir izci ekibi katılımcılara yol gösterecek.

Festival alanında 18 mağazalık çarşı alanı, yiyecek ve içecek stantları ile 17 farklı yiyecek noktası, 165 mobil tuvalet, 24 el-yüz yıkama ünitesi, engelliler için 4 tuvalet ve özel bir platform, 10 yataklı hastane, tam teşekküllü bir laboratuvar, bir dijital röntgen otobüsü ve 4 ambulans hizmet verecek. Festival süresince 100 kişilik sağlık ekibi de 24 saat görev yapacak. Festival alanına ulaşım için 10.00-22.00 saatleri arasında İETT otobüslerince sefer düzenlenecek.

Devamını Oku

Bütçe açığı 13 kat arttı

2008 Haziran ayında 3 milyar 978 milyon TL fazla veren bütçe, bu yılın Haziran ayında ise 2 milyar 521 milyon TL açık verdi. Haziran ayında bütçe gelirleri yüzde 16.9 azalırken, bütçe giderleri ise yüzde 23.1 artış gösterdi.

Maliye Bakanlığı Haziran ayı Bütçe Gerçekleşme Raporu'nu açıkladı. Buna göre, geçen yıl Ocak-Haziran döneminde 1 milyar 917 milyon TL fazla veren Merkezi yönetim bütçesi, bu yılın aynı döneminde 23 milyar 205 milyon TL açık verdi. Bütçe açığı geçen yıla göre yüzde 1310 artış gösterdi. 2008 yılının ilk yarısında 22 milyar 657 milyon TL olarak gerçekleşen faiz dışı fazla ise 2009 yılının aynı döneminde 4 milyar 38 milyon TL oldu. Yılın ilk yarısında bütçe giderleri yüzde 24.1 artarak 124 milyar 831 milyon TL'ye yükselirken, bütçe gelirleri ise yüzde 0.9 azalışla 101 milyar 626 milyon TL' geriledi. Bütçe giderleri gerçekleşme oranı yüzde 48.2, bütçe gelirleri gerçekleşme oranı ise 40.9 oldu.

Bütçe giderleri yüzde 24.1 arttı

Geçen yılın ilk yarısında 100 milyar 589 milyon olan bütçe giderleri bu yılın aynı döneminde yüzde 24.1 artışla 124 milyar 831 milyon TL oldu. Personel giderleri, aynı dönemde yüzde 16.2 artarak 28 milyar 469 milyon TL olarak gerçekleşti. Ocak-Haziran döneminde mal ve hizmet alım giderleri 10 milyar 699 milyon TL oldu. Merkezi yönetim bütçesi sağlık giderlerinin ilk altı ayda 3 milyar 510 milyon TL belirlenirken, aynı dönemde kamu personeli için 1 milyar 227 milyon TL genel tedavi ve ilaç gideri yapıldı. Yeşil kart tedavi ve ilaç giderleri ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16.3 azalarak 2 milyar 283 milyon TL'ye geriledi.
Yılın ilk altı ayında cari transferler geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 30.9 oranında artışla 46 milyar 97 milyon TL olarak gerçekleşti.

Faiz giderleri yüzde 31.4 artarak 27.2 milyar TL'ye yükseldi

Sağlık, emeklilik ve sosyal yardım giderleri için yapılan transfer geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 46.2 artışla 25 milyar 722 milyon TL oldu. Bu artışta, ekonomik gelişmelere bağlı olarak Sosyal Güvenlik Kurumu'nun prim gelirleri tahsilatındaki yavaşlama etkili oldu. Cari transferler içindeki tarımsal destekleme ödemeleri aynı dönemde 3 milyar 661 milyon TL oldu. Mahalli idare payları ise 7 milyar 940 milyon TL olarak gerçekleşti. 2008 yılı Ocak-Haziran döneminde 4 milyar 679 milyon TL sermaye gideri gerçekleştirilirken, bu yılın aynı döneminde 4 milyar 987 milyon TL sermaye gideri gerçekleştirildi. Borç verme giderleri bu yılın altı ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 29.3 artışla 2 milyar 714 milyon TL'ye yükseldi. Faiz giderleri aynı dönemde yüzde 31.4 artarak 27 milyar 242 milyon TL oldu.

Bütçe gelirlerinde düşüş

Yılın ilk yarısında bütçe gelirleri yüzde 0.9 azalarak 102 milyar 506 milyon TL'den 101 milyar 626 milyon TL'ye geriledi. 248 milyar 758 milyon TL olan 2009 yıl sonu merkezi yönetim bütçe gelir hedefinin yüzde 40.9'u Ocak-Haziran döneminde tahsil edildi. Geçen yılın Ocak-Haziran döneminde 82 milyar 752 milyon TL olan vergi tahsilatı bu yılın aynı döneminde yüzde 4.4 azalışla 79 milyar 83 milyon TL'ye geriledi. Vergi tahsilatında yıl sonu bütçe hedefinin yüzde 39,1'i bu dönemde gerçekleştirildi.

Vergi türleri itibarıyla gerçekleşmelere bakıldığında Gelir Vergisinde yüzde 0.3, BSMV'de yüzde 20.1, Dahilde Alınan KDV'de yüzde 12,7 ve Damga Vergisi'nde yüzde 2,8 oranında artış meydana geldi. Diğer taraftan, Kurumlar Vergisi'nde yüzde 7.6, Özel Tüketim Vergisi'nde 2.4, Harçlarda yüzde 11,7 ve ithalatta meydana gelen azalışa paralel olarak İthalde Alınan KDV'de yüzde 25,2 oranında bir azalma meydana geldi.

Haziran'da bütçe açığı yüzde 163.4 arttı

Merkezi yönetim bütçe açığı Haziran ayında ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 163.4 artışla 2 milyar 521 milyon TL açık verdi. Geçen yıl Haziran ayında ise bütçe 3 milyar 978 milyon TL fazla vermişti. Bu dönemde faiz dışı açık 1 milyar 398 milyon TL olarak gerçekleşti. 2008 yılı Haziran ayında bütçe giderleri yüzde 23.1 artışla 14 milyar 566 milyon TL'den 17 milyar 932 milyon TL'ye yükseldi. Geçen yıl 13 milyar 424 milyon TL olan faiz hariç bütçe giderleri, bu yılın aynı ayında yüzde 25,2 oranında artarak 16 milyar 809 milyon TL oldu. Merkezi yönetim bütçesi sağlık giderleri 551 milyon TL, cari transferler ise 7 milyar 759 milyon TL oldu. 2008 Haziran ayında 1 milyar 719 milyon TL olan sermaye gideri, bu yılın aynı ayında 1 milyar 281 milyon TL olarak gerçekleşti. Borç verme aynı dönemde 347 milyon TL oldu. Geçen yıl Haziran ayında 1 milyar 142 milyon TL olan faiz giderleri, bu yılın aynı döneminde yüzde 1.6 azalarak 1 milyar 123 milyon TL'ye geriledi.

Haziran'da bütçe gelirleri 15.4 milyar TL'ye geriledi

Geçen yıl Haziran ayında 18 milyar 544 milyon TL olan bütçe gelirleri yüzde 16.9 azalış göstererek 15 milyar 411 milyon TL'ye geriledi. Haziran ayı vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1,3 oranında artarak 12 milyar 850 milyon TL oldu. Vergi dışı diğer genel bütçe gelirleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 60,9 azalarak 2 milyar 135 milyon TL'ye geriledi. 2008 yılı Haziran ayında 1 milyar 928 milyon TL'si Telekom hisse satışından, 1 milyar 300 milyon TL'si ise İşsizlik Sigortası Fonu'ndan genel bütçeye aktarılan tutar olmak üzere toplam 3 milyar 228 milyon TL gelir elde edilmesi nedeniyle vergi dışı gelirlerin arızi olarak yükselmesi bu yılın Haziran ayında vergi dışı gelirlerin geçen yılın aynı ayına göre düşük görünmesine neden oldu.

Kurumlar vergisi yüzde 128.5 geriledi

Özel bütçeli idarelerin öz gelirleri Haziran'da, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 6,7 oranında artarak 309 milyon TL olarak gerçekleşti. Düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleri ise yüzde 21.2 artarak 117 milyon TL oldu. Vergi türleri itibarıyla Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi'nde yüzde 25.4, Dahilde Alınan Katma Değer Vergisi'nde yüzde 20.4, İthalde Alınan Katma Değer Vergisi'nde yüzde 6.1 ve Özel Tüketim Vergisi'nde yüzde 0.7 artış meydana geldiği görüldü. Buna karşılık Gelir Vergisi yüzde 3.9, Damga Vergisi yüzde 0.3, Harçlar yüzde 2.2, diğer vergiler tahsilatı yüzde 4.2 ve Kurumlar Vergisi yüzde 128.5 oranında azalış gösterdi.

Devamını Oku

AKP'den fındık üretimine darbe

FİSKOBİRLİK Yönetim Kurulu Başkanı Lütfi Bayraktar, “Ruhsatlı fındık alanı 406 bin hektara indirilmeye çalışılıyor. Bu alan Türkiyenin ihraç ettiği fındığı bile karşılamaz diye konuşurken Giresun Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özer Akbaşlı, “Serbest piyasa koşulları oluşturulmadan fındık kaderine terk ediliyor dedi.

Hükümet, FİSKOBİRLİKle yaşanan sorunların ardından 2006 yılında Toprak Mahsulleri Ofisini (TMO) fındık alımında devreye sokmuştu. TMO, üç yılda fındık alımı nedeniyle bir milyar lira ek maliyet üstlendi. Stoklarındaki 535 bin ton fındık da yağlığa ayrıldı. Hükümetse fındık stratejisini yenileme kararı aldı. 2009-2012 yılları arasında uygulanacak yeni stratejiyi Tarım ve Köyişleri Bakanı Eker, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek açıkladı.

Üretime ruhsat şartı

Buna göre; 2012 sonuna kadar ruhsatsız alanlardaki fındık üretimi bitirilecek. Halen 642 bin hektarda 322 bin üreticinin yaptığı fındık üretimi, 406 bin hektarda ve 209 bin üretici tarafından yapılacak. 290 bin üreticiye toplam 2,6 milyar lira destekleme ödemesi yapılacak. Ruhsatlı alanlarda üretim yapanlara dekar başına 150 lira destek verilecek, ruhsatsız alanlarda fındık üretimi yapanlara ise 3 yıl süreyle fındık söküm ve alternatif ürüne geçmeleri karşılığında toplam 600 lira destek sağlanacak. Fındık desteklemelerine ilişkin ilk ödemeler 2010 yılı başında yapılacak. Artvinden Bartına kadar olan coğrafyadaki 13 ilde eğimi yüzde altıdan fazla olan üçüncü sınıf tarım arazileri ile 750 metre rakıma kadar olan alanlarda fındık üretilebilecek.

TMO fındık almayacak

Tarım Bakanı Eker, TMOnun bundan sonra fındık almayacağını açıkladı. TMOnun stoklarında bulunan 535 bin ton fındık piyasadaki fiyat istikrarının bozulmaması için satılmayacak, bu ürünün büyük bölümü yağ üretiminde kullanılacak. Tarım Bakanı Eker, 2009-2012 döneminde uygulanacak yeni strateji ile fındıkta arz talep dengesinin sağlanacağını, fiyatın serbest piyasada oluşacağını, Türkiyenin uluslararası piyasalardaki ürün arzında belirleyici hale geleceğini, kamu harcamalarında etkinlik sağlanacağını, fiyatta ve ihracat gelirlerinde istikrar elde edileceğini söyledi. Bakan Eker, yeni stratejiyle ruhsatlı üretim alanlarında üretim yapacak fındık üreticisinin herhangi bir kaybı olmayacağını savundu.

Türkiye’nin ihracı bile karşılanmaz

FİSKOBİRLİK Yönetim Kurulu Başkanı Lütfi Bayraktar, hükümetin yeni fındık stratejisinin sezona çok az bir süre kala kamuoyu ile paylaşmasının çok olumlu bir gelişme olmadığını söyledi. Bayraktar, devletin fındık alımını durdurmasının fiyatları düşüreceğini ve üreticileri zor durumda bırakacağını kaydetti. Stratejiyi değerlendirmek için ana hatlarını tam olarak bilmek gerektiğini ifade eden Bayraktar, Açıklamadan ilk etapta anladığımız kadarıyla, ruhsatlı fındık alanı 406 bin hektara indirilmeye çalışılıyor. Bu çok faydalı olabilir değil. Çünkü bu alan Türkiyenin ihraç ettiği fındığı bile karşılamaz. Sezona bir ay kaldı. Böyle bir uygulama, 2009 için olabilir değil diye konuştu.

Fındık kaderine terk ediliyor

Giresun Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özer Akbaşlı, Türkiyede 700 bin hektar alanda fındık tarımı yapıldığını hatırlatarak, Fındıklığı ruhsatlı olan çiftçiler desteklemeden yararlanacak. Peki ruhsatı olmayan fındık çiftçileri bu yıl ne yapacak dedi. Fındık ve serbest piyasa ilişkisinin sağlam zeminlere oturması gerektiğini de ifade eden Akbaşlı, “Serbest piyasa şartları yerine getirilmeden fındık kaderine terk edilmemeli diye konuştu.

Devamını Oku

İnternet başında en çok zamanı Türkler geçiriyor

Dijital ölçümler alanında önde gelen kuruluşlardan comScore Inc. Türkiye’deki internet kullanıcılarının davranışlarına ilişkin ilk raporunu yayımladı. Buna göre, Nisan ayında Türkiye’de 15 yaşı üzerinde 17.8 milyon insanı internet kullandı. Bu arada, internet başında geçirilen ortalama süre açısından Türkiye, 32 saat ile birinciliği elde etti. Türkiye, kullanıcı başına girilen sayfalar açısından da birinci sırada bulunuyor.

comScore İnc. tarafından 27 Mayıs yayınlanan Türkiye ile ilgili verilere göre Türkiye’de Nisan ayında 17.8 milyon kişi, bir ev veya işyerinde internete bağlandı. Böylece Türkiye, internet kullanıcısı konusunda Avrupa ülkeleri arasında 7. sırada yer aldı.

Bu arada, Türkiye, internet başında geçirilen zaman açısından da Avrupa birincisi oldu. Türkiye, internete bağlananlar, ortalama olarak ayda 32 saat internet kullandı.

KULLANICI SAYISI

Avrupa’nın en çok internet kullanıcısı olan ülke, 40 milyon ile Almanya oldu. Almanya’yı 36.8 milyon ile İngiltere, 36.3 milyon ile Fransa izliyor. Rusya 31.3 milyon kullanıcı ile dördüncü, İtalya 21.2 milyon ile beşinci, İspanya da 18.6 milyon ile altıncı oldu.

Türkiye, 17.8 milyon kullanıcısı Avrupa’nın 7. iken Doğu Avrupa ülkeleri arasında Rusya’nın ardından ikinci sırada bulunuyor.

INTERNET BAŞINDA GEÇİRİLEN SÜRE

Aynı araştırma da internet başında geçirilen saatler açısından Türkiye’nin, 32 saat ile ve büyük bir farkla birinci olduğunu ortaya koydu. İlk üç sırada 29 saat ile İngiltere ve 28 saatle Fransa da bulunuyor.

Bu arada, girilen sayfaların sayısı açısından da Türkiye, ortalama 3 bin 44 sayfa ile önde görülüyor. Nisan ayında sonra girilen sayfa sayısı açısından Türkiye’den 2 bin 971 ile Fransa, 2 bin 777 ile Finlandiya geliyor.

İnternet cafeler ve mobil telefonlardan internet kullanımının dikkate alınmadığı araştırmayı gerçekleştiren comScore Avrupa Genel Müdürü Mike Read ise bu konuda yaptığı açıklamada “Türkiye’deki on line kullanıcıları, hem kişi başına süre, hem de kişi başına girilen sayfalar açısından diğer Avrupa ülkelerini çok üzerinde” dedi.

SOSYALLEŞME VE EĞLENCE SİTELERİNİN ETKİSİ

Mike Read, Türkiye’rin önde olmasında sosyalleşme ve eğlence sitelerinin kullanımının çok etkili bir faktör olduğuna dikkat çekerken bunun yarattığı çok iyi pazarlama ve reklam olanaklarının altını çizdi. .

Bu arada, Türk internet kullanıcıları, en çok Google’ye giriyor. Nisan ayında Türkiye’de 16 milyondan fazla kullanıcı, Google’ye bağlandı. İkinci ve üçüncü sıralarda ise 15.5 milyon ile Microsoft ve 12.8 milyon ile Facebook bulunuyor. Bu arada, Ekolay ve Fanatik sahibi DOL, 10.1 milyon ile dördüncü oldu.

Devamını Oku

Tam güneş tutulması 22 Temmuz'da

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü'nden aldığı bilgiye göre, 2009 yılının ikinci ve son güneş tutulması, Asya'nın doğusu, Endonezya ve Pasifik Okyanusun'dan parçalı tutulma olarak izlenebilecek.

Tam tutulma, ayın gölgesinin Türkiye saati ile 03.53'de Hindistan'da Khambhat Körfezi'ne düşmesiyle başlayacak. Gölge 3 saat 28 dakika süreyle, 15 bin 200 kilometre yol kat ederek, 07.18'de dünyayı terk edecek. Tutulmanın hiç bir evresi, Türkiye'den izlenemeyecek.

Ayın gölgesi, 05.35'de Güney Pasifik Okyanusu üzerindeyken, tam tutulmanın, 6 dakika 39 saniye ile en uzun sürdüğü an gerçekleşecek.

GÜNEŞ BİR YILDA EN AZ 2 KEZ TUTULUYOR

İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Esenoğlu, güneş tutulmasının yılda en az 2 kez meydana geldiğini söyledi.

Bazı yıllarda ise 4 güneş tutulması-3 ay tutulması veya 5 güneş tutulması-2 ay tutulmasının oluştuğunu anlatan Esenoğlu, bazı yıllarda ise hiç bir ay tutulmasının gerçekleşmediğini belirtti.

Bu yılın ikinci ve sonuncu güneş tutulmasının, 22 Temmuz 2009 tarihinde gerçekleşeceğini hatırlatan Esenoğlu, Hindistan, Güney ve Doğu Asya, Japonya, Endonezya'nın kuzeyi ve Filipinler'de gözlemlenebilecek olan tutulmanın geniş yüz ölçümüne sahip Çin'den iyi şartlarda görülebileceğini dile getirdi.

Tam güneş tutulmasının, Pasifik Okyanusu'ndan da izlenebileceğini ifade eden Esenoğlu, 258 kilometre genişliğindeki hattın geçtiği yerleşimlerden tam tutulmanın izlenebileceğini, hattın dışında kalan bölgelerde ise uzaklığı oranınca parçalı güneş tutulması şeklinde gözlemlenebileceğini söyledi.

EN UZUN GÜNEŞ TACI

Yıllara göre tam tutulma anının dakika mertebesinde değişebildiğine dikkati çeken Esenoğlu, bu yılki 6 dakika 39 saniye ile en uzun güneş tacının izlenebileceğini vurguladı.

Bu süre içinde, dünyanın gündüzünün dolunay karanlığındaki akşama dönüşeceğini ifade eden Esenoğlu, “Bu geniş ölçekli ani kararma nedeniyle, güneş tutulmasından haberi olmayan hayvan ve bazı bitki türlerinde alışık olunmayan biyolojik-bünyesel-yapısal değişimler olabilir” dedi.

“Bu tutulmanın en önemli özelliği, en fazla sürede taç tabakasının bilimsel amaçlı gözleminin yapılmasına izin veriyor olmasıdır. 6 dakika 39 saniye, arka arkaya en fazla miktarda ve pozda gözlem verisi alınmasına olanak veriyor” diyen Esenoğlu, Türkiye'den Elazığ ve Tokat-Turhal'dan izlenen 1999 yılındaki tam güneş tutulmasının sadece 2 dakika 15 saniye sürdüğünü hatırlattı. Esenoğlu, bu kısa sürede bilimsel verilerin zor da olsa alındığını belirtti.

Yr. Doç. Dr. Hasan Esenoğlu, 2006'da Antalya'dan izlenen tam güneş tutulmasının ise 3 dakika 40 saniye sürdüğünü anımsattı.

GÜNEŞE ÇIPLAK GÖZLE BAKMAYIN

Esenoğlu, tutulmanın olduğu bölgelerde bulunan insanların, güneşe doğrudan çıplak gözle bakmaması gerektiğini ifade ederek, “Güneşe bakarken, güneş filtresi ya da güneş gözlüğü kullanılmalı. Sürekli değil kısa aralıklarla bakılmalı” dedi.

Uzun süreli deprem ve tutulma verileri üzerinden akla gelebilecek her şeyin denenerek yapıldığı analizlerin, tutulmalarla depremler arasında istatistik bir ilişkinin var olduğunu vermediğini vurgulayan Esenoğlu, yine de yeni veriler eklenerek bu işlemlerin sürdürüldüğünü kaydetti.

Devamını Oku

14 Temmuz 2009 Salı

İlginç Şeyler--2

Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.

Global ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer cin şehirlerinde büyük sellere neden olacak. Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak.

Üzerinde barkodu olan ilk ürün Wrigleys marka sakızdır.

Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladir.

Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.

Bir devekuşunun gözu beyninden büyüktür.

İnek sütünün pH degeri 6′dır.

Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarinin büyüklüğüne eşittir.

Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir.

Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.

Meşe ağaçları elli yaşına gelmeden meşe palamudu üretemezler.

Aslanlar bir günde 50 kez sevişebilirler.

İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmaginki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.

Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.

Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde "başkent" anlamına gelmektedir.

Kanada, Kızılderili dilinde "buyuk koy" anlamina gelmektedir.

İngilizcedeki Wendy ismi, Peter Pan hikayesinde kullanılmak üzere uydurulmuştur.

Avustralya’daki tuvaletlerin sifon suları saat yönünde akar.

ABD’de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin ücte biri ya hapiste ya da gözaltinda tutulmaktadır.

Ortalama bir erkek, hayatinin 3350 saatini tiraş olmak için harcar.

Devamını Oku

İlginç Şeyler--1

Hapşırdığınız Zaman Kalbinizde Dahil Olmak Üzere Bütün Vücut Fonksiyonlarınız Bir An İçin Durur.

İnsan Elinde; En Yavaş Uzayan Tırnak Baş Parmağınki, En Hızlı Uzayan Tırnak İse Orta Parmağınkidir.

Eiffel Kulesinin Tepesine Çıkana Kadar 1792 Basamak Vardır.

İnsan Saçı 3 Kilo Ağırlık Kaldırabilecek Esnekliktedir.

Bir Erkek Hayatının Ortalama 3350 Saatini Tıraş Olmak İçin Harcar.

Yataktan Düşerek Ölme Olasılığı 2 Milyonda 1′dir.

İnsanlar Vücutlarında 300 Adet Kemikle Doğuyorlar Ama Yetişkin Olduklarında Bu Sayı 206′ya Düşüyor.

Bir Karınca Kendi Ağırlığının 50 Katı Ağırlığı Kaldırabilir.

Filler Zıplayamayan Tek Memelilerdir.

Zürafaların Ses Telleri Yoktur.

Zürafalar 35 Cm Uzunluğunda Siyah Bir Dile Sahiptirler.

Kangurular Geri Geri Yürüyemezler.

Kelebekler Ayaklarıyla Tat Alırlar.

Kadınlar Erkeklere Oranla 2 Kat Fazla Göz Kırpar.

İnsan Vücudundaki En Güçlü Kas Dildir.

Gözleri Açık Tutarak Hapşırmak İmkansızdır.

Hapşururken Burnu yada Ağızı Kapamak, Felçe Neden Oluyor.

Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.

Degerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.

Kedilerin beyninde 32 adet kas vardır.

Devamını Oku

Rektörden ÖSS tepkisi

Ardahan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Ramazan Korkmaz, ÖSS sonuçlarında Ardahan'ın durumunun kader olmadığını
belirterek, sonuca topyekun tepki gösterilmesi gerektiğini söyledi.

Korkmaz, konuyla ilgili olarak gazetecilere yaptığı açıklamada,
Ardahan'ın ÖSS'de en son üç il arasında yer almasının utanç verici bir durum
olduğunu, söz konusu durumun kendisini derinden üzdüğünü ancak asıl üzen durumun
ise durumu adeta kanıksayan toplumun tepkisiz kalması olduğunu ifade etti.

Rektör Korkmaz, şunları söyledi: "Bu durum bir kader değildir. Onun için
bugün yas tutalım dedim. Çünkü insanlar olumsuz durumu kanıksamış, cüzzamlı
hastalar gibi kanıksanmış. Burada doğan çocuklar elbette aptal değildir. Ben de
bu topraklarda doğdum, bu topraklarda büyüdüm. Bu topraklar çok büyük bilim
adamları yetiştirdi. Bu başarısızlık çocukların değil, büyüklerin
başarısızlığıdır. Bunu hep beraber çok radikal bir şekilde tartışmalıyız.

Eğitimde fırsat eşitliği Ardahan için de geçerli olmalı."
Bazı şeylerde şok uyarmalar gerektiğini, bu nedenle ÖSS sonucunun bu
tabloyu ortaya koyduğu gün siyah kurdele takılması gerektiğini belirten Korkmaz,
sonuçların açıklanmasının ardından yaşadığı olayı şöyle anlattı:
"Sonuçlar açıklandığının ertesi günü Ardahanlılar, yani hiç bir şey
olmamış gibi beni kuzu yemeye davet etiler. Dedim ki , 'Zıkkım yiyin. Yani kuzu
yemeseniz ne olur.' Yani bugün siz yas tutmanız lazım, bugün siyah kurdele
takmanız lazım, bugün gazeteler siyah çıkmalıydı. Bu toplum bu insanlar bu
kanıksanmış öğretilmiş çaresizliğin farkına varmalı. Bu çocuklar her yıl sonuncu
olmuşlar diye aşağılanıyorlar. Bu durum bir kader değildir. Onun için bugün yas
tutalım dedim. Bunun altını çizmek istiyorum."


AA
Devamını Oku

İşte Akman'ın gizlediği belge



RTÜK Başkanlığı bugün sona erecek Zahid Akman’ın üzerinde tahrifat yaptığı belgenin orijinali, her şeyi gözler önüne seriyor

Akman’ın Almanya’ya giriş yasağı haberini doğrulayan belgeyi Hürriyet ortaya çıkardı. Belgede şu paragraf yer alıyor: "Hakkında yürüyen ceza davası nedeniyle ’Einreisebedenken’ (ülkeye girişi sakıncalı) kararı var." Akman bu paragrafı belgeden çıkardı.

Hürriyet'ten Ali Varlı'nın haberine göre, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanlığı görevi bugün sona erecek olan Zahid Akman’ın, üzerinde tahrifat yaptığı Alman makamlarının belgesine ulaşıldı. Akman’ın haberi yalanlamak için belgeden çıkardığı ikinci paragraf şöyle: "Hakkında yürüyen ceza davası nedeniyle ’Einreisebedenken’ (ülkeye girişi sakıncalı) kararı var."

Main Taunus Yabancılar Dairesi’nin 17 Mayıs 2007-17 Mayıs 2012 tarihleri arasında olmak üzere 5 yıl süreyle Zahid Akman’ın Almanya’ya girişini yasakladığına ilişkin kararının haber olmasının üzerine Akman’ın Frankfurt’taki avukatı Hasan Dinç, aynı gün Main Taunus Kaymakamlığı’na başvurarak, müvekkilinin Alman Oturum Yasası’nın 11’inci maddesine göre Almanya’ya girişinde bir sakınca olup olmadığını sormuştu. Aynı gün Main Taunus Kaymakamlığı Yabancılar Dairesi e-mail olarak Hasan Dinç’e iki paragraftan oluşan belge gönderdi. Belgenin birinci bölümü şöyleydi:

"Alman Oturum Yasası’nın 11’inci maddesi gereği sadece sınır dışı etme ve geri göndermeden dolayı ülkeye giriş engeli yoktur." Akman bu bölümü kamuoyu ile paylaştı.

Hakkında ceza davası var, girişi sakıncalı

Ancak aynı belgenin ikinci paragrafı da şöyleydi: "Müvekkilinize karşı görülmekte olan ceza davasından dolayı hakkında Einreisebedenken (ülkeye girişi sakıncalı) kayıatlarda var. Bu şu anlama gelir; ülkeye girişi ile ilgili Alman makamları verecekleri kararda süren ceza davasını göz önünde bulunduracaklardır."

Akman, bu bölümü belgeden çıkartarak Almanya’ya girişiyle ilgili kendisine yönelik herhangi bir yasak olmadığını öne sürdü.

Alman makamlarının soruşturması sürüyor

Akman, üzerinde tahrifat yaptığı belgeyi aynı zamanda mahkemeye delil olarak da sunmuştu. Bu belgeyle Ankara 5’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nden tekzip kararı aldıran Akman hakkında, Frankfurt Savcılığı soruşturma başlattı. Alman savcının, "Alman devletinin verdiği resmi belgede tahrifat yapma ve tahrifat yapılan belgeyi mahkemede kendi lehine delil olarak kullanma" gerekçesiyle başlattığı soruşturma Frankfurt’ta sürüyor.

Belgeler arasındaki fark

MAIN Taunus Kaymakamlığı Yabancılar Dairesi’nin hazırladığı 33.35-163 sayılı ve 05.09.2008 tarihli belgenin Zahid Akman’ın eline geçtikten sonra değişikliğe uğradığı açıkça görülüyor. (Aşağıda)

Orijinal belgede Avukat Hasan Dinç’in adı, soyadı ve adresi sol üst köşede bulunurken, Akman’ın hem kamuoyuna açıkladığı, hem de Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ne sunduğu belgede bu bölümün olduğu yer boş.

Orijinal belge iki paragraftan oluşurken, Akman’ın kamuoyuna açıkladığı belgede sadece bir paragraf var.

Orijinal belgede belgeyi hazırlayan Alman görevlinin adı belgenin alt kısmında yazılıyken, Akman’ın basına dağıttığı belgede bu isim yukarı çekilmiş.

Tahrifatlı belgede çıkarılan paragrafın yerinin boş kalmaması için Main Taunus Kaymakamlığı Yabancılar Dairesi’yle ilgili bilgiler alttan yukarı doğru çekilmiş.

Orijinal belgede, belgeyi düzenleyen görevli Thea Melzer’in imzası yer alırken, Akman’ın tahrifat yaptığı belgede belgeyi düzenleyen memurun imzası yok.

Akman ne dedi doğrusu neydi

Akman: Bahsedilen bu belgenin sahte olduğu iddiası külliyen yalandır.

Gerçek: Akman’ın gösterdiği belge bir paragraftan oluşurken, asıl belge iki paragraftan oluşuyor. Akman hakkında Alman resmi belgesinde tahrifat yaptığı ve bunu kullandığı için Frankfurt Savcılığı’nın başlattığı soruşturma sürüyor.

Akman: İkinci paragraf benim özel konumumla ilgilidir.

Gerçek: İkinci paragrafta ’Akman hakkında görülen ceza davası nedeniyle ülkeye girişi sakıncalı olduğu kayıtlarda var’ ifadesi yer alıyor.

Akman: İkinci paragrafta ’Zahid Akman’ın Almanya’ya gelmesi söz konusu olduğunda vize polisine müracaat etmesi istenmektedir’ deniyor.

Gerçek: Ülkeye girişiyle ilgili verilecek kararda süren ceza davası göz önünde bulundurulacaktır.

Akman: Almanya’daki oturumu uzatmadım. Oturumun uzatılmaması nedeniyle yeni vize müracaatı yapmamam nedeniyle ortaya çıkan hukuki belirsizliğin ortadan kaldırılması için Mani-Taunus Kaymakamlığı ikinci paragrafta bu bilgileri istemiştir.

Gerçek: Main Taunus Kaymakamlığı hazırladığı belgenin ikinci paragrafında ülkeye girişinin sakıncalı olduğu yer alıyor.

Akman: Belge hiçbir resmi kuruma verilmedi, hiçbir resmi kurumla paylaşmadım.

Gerçek: Tahrif ettiği belgeyi Hürriyet’in haberini yalanlamak üzere Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nde açtığı davada delil olarak mahkemeye sundu. Mahkeme bu belgeyi delil olarak kabul etti ve belgeye dayanarak tekzip kararı çıkardı. Tekzip kararı 7 Ocak 2009’da Hürriyet’te yayımlandı. 5 Eylül 2008’de basın toplantısıyla medyaya dağıtıldı.

Akman: Belgede herhangi bir tahrifat yapılmadan kamuoyuyla bilgi paylaştım.

Gerçek: Belgedeki ikinci paragraf çıkartılarak sadece birinci paragraf kamuoyuyla paylaşıldı.

Akman: Almanya’ya giriş yasağım yok.

Gerçek: Daha önce sık sık gittiği Almanya’ya 2007 yılından bugüne kadar hiç uğramadı. Hakkında ’Ülkeye 17 Mayıs 2007-17 Mayıs 2012 tarihleri arasında girişi sakıncalıdır’ kararı var.

Akman: 5 Eylül 2008 tarihli basın toplantısında ’Almanya’ya gitmeyi düşünüyor musunuz?’ sorusuna ’Elbette, neden olmasın yakın zamanda Almanya’ya ve değişik Avrupa ülkelerine gitmeyi planlıyorum’ yanıtını verdi.

Gerçek: Bu yılın ocak ve şubat aylarında 8 gün boyunca Fransa, Belçika ve Hollanda’da kaldı. Fakat Almanya’ya uğramadı.

Akman: "3.5 yıldır yurt içinde de yurt dışında da hiçbir ticari faaliyetim yoktur."

Gerçek: Akman’ın Hayat Yapı Ticaret ve Yatırım Limited Şirketi’ne ortak olduğu ortaya çıktı. Ayrıca 350 milyon dolar değerindeki Armada’nın da ortağı. Almanya’da kooperatif ortaklığı ve yöneticiliği 2006 yılına kadar sürdü.

- Ali Varlı / Hürriyet -
Devamını Oku

Eğitim sistemi niye sınıfta kaldı? - ABBAS GÜÇLÜ

ÖSS sonuçlarından sonra, pek çok kişinin sokağa çıkamaması gerekiyor. Çünkü ortada eğitim adına tam bir facia söz konusu.
Ama bu yetmiyormuş gibi bir de kamuoyu yanıltılıyor. En başarısız öğrenciler bile, başarılıymış gibi gösteriliyor.
Bu bir kandırmacadır. Hem de vebali çok büyük bir kandırmaca!..
Dünyanın neresinde, 100 üzerinden 15-20 alan bir aday başarılı sayılıyor?
Çıtayı aşağı indirdikten sonra, herkes barajı aşsa ne olacak, aşmasa ne olacak? Sonuçlar ortada. Sıfırcıların sayısı artıyor, ortalamalar düştükçe düşüyor.
Fende bir milyon 229 bin adaydan 704 bini sıfır çekti. Türkiye ortalaması 30 soruda 4’te kaldı. Diğer derslerde de durum farklı değil.
Peki bunun sorumlusu kim?
Milli Eğitim Bakanlığı mı, okul müdürleri mi, YÖK mü, ÖSYM mi, dershaneler mi, veliler mi, öğrenciler mi, siyasetçiler mi? Yoksa hepsi birden mi?
Evet, hepsi birden sorumlu ya da suçlu. Sorumluluk sırasında en başta Milli Eğitim Bakanlığı geliyor. En son sırada da öğrenciler. Ama maalesef fatura her seferinde öğrenciye kesiliyor.
Bu sonuçlardan sonra, nedir bu rezalet diye birilerinin, birilerine hesap sorması gerekiyor. Örneğin Başbakan’ın Milli Eğitim Bakanı’na, onun da YÖK, ÖSYM ve okul müdürlerine. Ama ara ki bir sorumlu bulasın!..

Türkiye ortalamaları

Sınav analizlerini inceledikçe insanın içi kararıyor. Eğer aday olarak istediğiniz başarıyı elde edemediyseniz sakın üzülmeyin, çünkü yalnız değilsiniz. Daha da önemlisi, bu başarısızlığın suçlusu siz değilsiniz.
Çok ilginç veriler var.
ÖSS’deki Türkiye ortalamalarına baktığınızda, eğitim sisteminin de, sınav sisteminin de, dershane sisteminin de tümüyle çöktüğünü görüyorsunuz.
Öğrenciler yıllarca canla başla çalışıyor, dershanelere milyarlarca dolar akıtılıyor ve işte tablo:
30 fen sorusundan sadece 4’ü cevaplanıyor.
Görünen o ki Türkiye’de en başarılı olanlar sadece yabancı dil öğretmenleri. Dil öğrencileri her iki sorudan birisini doğru olarak yapmışlar. Peki ya diğerleri?
İşte 30 soru üzerinden ortalamalar:
Fen 1: 4, Türkçe: 14.1, Sos 1: 11.4, Mat 1: 9, Edb-Sos: 11.1, Mat 2: 8.7, Fen 2: 8.9, Sos 2: 9
Evet, tekrar soruyorum: Bu sonuçlardan sonra birilerinin sokağa çıkmaması gerekiyor. Peki ama kim?
Bu konuda en çok üzülen ve odalarına kapanan öğrenciler mi yoksa dünya umurlarında olmayan diğerleri mi? Değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.

Yığılma nerede olacak?

Başarı oranının bu kadar düşük olduğu bir ortamda, hangi puanlarda ya da hangi puan dilimlerinde yığılma olacak? Bu da çok önemli. Çünkü tercihler yapılırken hangi puan diliminde ne kadar adayın bulunduğunun bilinmesi birçok soruya da cevap olacaktır.
Bu konudaki birkaç rakamı daha sizlerle paylaşmak istiyorum:
Örneğin, Edebiyat-Sosyal Bilimler’de toplam 629 bin adayın puanı hesaplandı. Bunlar içerisinde 20 netin üzerinde puanı olan aday sayısı 90 bin. 5 netin üzerindeki aday sayısı ise 477 bin.
Bir başka örnek ise Fen 2’de. Toplam 249 bin adayın puanı hesaplandı. 20 net üzeri 27 bin, 5 net üzeri ise 151 bin aday var.
Burada dikkat çeken, tepedeki öğrenci sayısının azlığı.
Yani bu yıl, iyi öğrenciler altın değerinde olacak. Hemen her üniversite onların peşine düşecek. Orta ve altı puan dilimindeki öğrenciler ise çok dikkatli tercih yapmak zorundalar, yoksa virgülden sonraki binde birlik puanlar yüzünden bile açıkta kalabilirler veya bir alt tercihlerine girebilirler.

KKTC ve vakıflar

YÖK, puan barajlarını neden bu kadar aşağıya indirdi? Bu konuda KKTC ve vakıf üniversitelerinden kendilerine yoğun baskı geldiği ve bu konuda siyasetin de devreye girdiği konuşuluyor. “Eğer puanlar inmezse ne KKTC üniversiteleri ne de vakıf üniversiteleri kontenjanlarının yarısını bile doldurabilir” söylemi etkili oldu ki, puanlar indi. Peki bunun kime ne yararı var?
En çok irdelenmesi gereken konulardan biri de bu. İşte bugüne kadar yaşanan ve yaşanması muhtemel olası gelişmeler:
* Kontenjanlar yine de dolmayacak.
* Kalite dibe vuracak.
* Bu puanlarla üniversiteye girenlerin en az yarısı, gelecek yıllarda ya bölüm değiştirecek ya da çeşitli nedenlerle okulu bırakacak.
* Tıpkı lise diploması gibi, bir süre sonra üniversite diploması da bir anlam ifade etmeyecek ve KPSS benzeri yeterlilik sınavları getirilecek.
* Beş kat daha başarılı öğrenci bir yere giremezken, örneğin 90 neti olan açıkta kalırken 20 neti ve parası olan vakıf üniversitelerine girebilecek.

Sorun sistemde mi?

Okullarda klasik sınav, ÖSS’de ise test sistemi uygulanıyor. Ortalama 60 kelimelik sorulara ise yine 60 saniye gibi kısa bir süre verilerek, bu süre içinde adayın soruyu okuması, anlaması ve çözüme ulaştıktan sonra cevap kartına da doğru bir şekilde işlemesi gerekiyor ki, buna da zaman yetmiyor. Başarısızlığın önemli bir nedeni de bu. Hızlı düşünen, hızlı karar veren ve bunu hızla uygulamaya dönüştüren gençler yetiştiremiyoruz.
Soruların içeriği ve süre ayarlanırken hep en iyi öğrencilere göre bir düzen kuruluyor. Ama bu da son sınavda görüldüğü gibi iyi işlemiyor.
Peki ÖSS kötü bir sistem mi? İyi puan alanlar çok başarılı, düşük puan alanlar da çok başarısız mı? Son 25 yılı yakından gözleyen birisi olarak bunun böyle olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. ÖSS, çalışma disiplini olan öğrencileri seçmede çok başarılı. Ama test sistemi yaratıcılığı körelttiği için ÖSS’de başarılı olmanın faturası ileriki yıllarda şampiyonlara pahalıya mal olabiliyor.
Zaten ÖSYM de bu konuda rahatsızlık duyduğu için sınavın içeriğini değiştirme kararı aldı.
Özetin özeti: Çelik’in otomatik pilota bağladığı eğitim sistemimiz, bırakın çağı yakalamayı, can çekişiyor. Daha da vahimi kimsenin durumdan vazife çıkarmaması...
Devamını Oku